Ali Ekber PEKŞEN

Ali Ekber PEKŞEN

TÜRKİYE ZOR GÜNLER YAŞAMAKTA

TÜRKİYE ZOR GÜNLER YAŞAMAKTA

Türkiye zor günler yaşamakta. Görünen o ki, daha da zor günleri yaşayacak gibi. Tevekkülü bulunduğumuz coğrafyada yaşanmışlıklar; ya tesadüflerden ibaret sayılır, ya da olan bitenler tabiatüstü güçlere atfedilerek adlandırılır. Sorumluluklar, yönetsel mekanizmanın karar mercilerinde bulunanların iradesinin dışında gelişmeler olarak kamuoyuna sunulur. Böylelikle yönetim merkezi, “ulvi” görevlerini icraya devam eder. Vatanın bölünmez bütünlüğünü korumak, “iç ve dıştan” gelecek “tehlikelere” karşı önlemler almak gibi. Bütün bu ulvi görevler, itibardan tasarruf edilmeyecek şekilde yerine getirilir.

İnsanların yaşanılanları, tabiatüstü güçlerin iradesinden kaynaklı ya da kadercilik olarak adlandırılacak anlayışa sığınarak değerlendirmeleri, tesadüfen ortaya çıkmış bir durum değildir. Bu durum özellikle böyle olması istendiği için böyledir. Bu istemin belirleyicisi hiç kuşkusuz, kutsallık mertebesinde kabul gören merkezi devlettir. Merkezi devlet yönetsel yapının tüm mekanizmalarının işleyişini, bu isteği gerçekleştirecek biçimde “kurucu iradenin” mutlak uyulması gereken kuralları olarak dayatmaktadır.

Kendimize şu türden sorular sorarak işe başlasak…

- Tarih hep yanlış şeyleri hatırlatan olaylar zinciri mi?

- Bir an için tarihin yanlış olaylar zincirini anlattığını düşünsek bile, aynı coğrafyada hep aynı yanlışlar zinciri süreklilik arz edecek şekilde yaşanır mı?

- İnsanın çevresinde daha az tarih olsa; tarihin yanından ya da içinden yürüyüp gidilebilir mi?

- Fikirler insanı serüvenci yapar mı?

- Bu durum hep böyle mi olacak?

Soruları çoğaltmak mümkündür. Bizler bu sorulara cevap arayışında nerede durmaktayız?

Özellikle eğitim sisteminin, bu soruların cevaplarının arayışına yönelik neler yaptığı sorgulanmalıdır. İnsan yetiştirme anlayışının somutlaştığı eğitim sistemi, bilimsel veriler ışığında ve insanın yaratıcılığının geliştirilmesini merkeze alacak şekilde düzenlenmemiştir. Sistemin işleyişi, merkezi aklın belirleyiciliğinde ve kutsallaştırılan merkezi devletin koruyuculuğunun/savunuculuğunun belirleyici olduğu çerçeveye uygun insan yetiştirmek üzerine kurgulanmıştır. Bu kurgu, milli ve manevi değerlerin tüm eğitim kademelerinde geliştirilmesi ve tahkim edilmesini öncelikli görev olarak benimsemiştir.

Bu minval üzerine, örgün eğitime başlayan her çocuk, bu “ulvi” görevin gereğini yapacak şekilde talim ve terbiyeye tabi tutulur. Okul bahçesinde tanıştığı ilk uygulama, “rahat-hazır ol, dikkat” komutları ve ilerleyen zamanlarda, bedenin eğitilmesi dersinde, “kıt-a dur…” gibi emir cümleleriyle cereyan eder. Okulun ilk gününden itibaren adeta askeri eğitime alınır. Bu uygulama örgün eğitimin her kademesinde değişmeden devam eder. “Disiplin” olarak ifade edilir bu süreç.

Sistemin işleyişi, kurallar zinciri olarak ilk günden itibaren çocuklara anlatılır. Mutlak uyulması, yapılması ya da yapılmaması gerekenler olarak, okul yöneticileri tarafından talimatlarla, telkinlerle duyurulur. Otoritenin belirleyiciliğinde sürdürülen, üzerinde tartışılmayan, değişmez doğrular olarak dayatılan bu kurallar zinciri, “disiplini” sağlamak adına vazgeçilmez olur. Öğrenme süreci elbette belli bir disiplini gerekli kılar. Ancak örgün eğitimin her kademesinde, askeri anlayışla sürdürülen bu disiplin anlayışı, süreç içinde öğrenenleri edilgenleştirir. Eleştirel bakış yerine “biatı” ön plana çıkarır. “Disiplin” sağlamak adına yapılanların büyük çoğunluğu hatta bazen tamamı, insanı yok sayan uygulamalardan oluşur.

Bu katı anlayışın sürekliliği, insanın bireysel ayrıcalıklarının ve yaratıcılığının dikkate alınmadığı eğitim-öğretim etkinlikleridir. Eğitim sistemi bu temel amacı gerçekleştirmek üzere, sınav merkezli ve ezberci olarak yapılandırılmıştır. Bu yapılanma, yapay bir şekilde yarattığı ve “başarı” olarak sunduğu ilişkiler ağına uygun işleyişi benimsemiştir. Bu başarının belirleyicisi de her zaman sınavlar olmuş ve sistem, merkezi olarak yapılan sınavlara göre işleyecek şekilde düzenlenmiştir.

İnsanlık tarihinin varoluşundan bu yana kayda alınmış aklın ürünü değerleri görmezden gelip, eğitim sistemini devleti kutsayan anlayışla yapılandıran akıl, her sıkıştığında yaşananları tabiatüstü güçlere havale etmekte ısrarcıdır. Bunun böyle olmasının çok boyutlu nedenleri var elbette. Ama, en önemlisi, otoriter zihniyetin sürekli belirleyen olmasıdır. Bu süreklilikle yaratılan zihin haritalarıdır.

Yaşananlar, yaşadıklarımız; güçlülerin/muktedirlerin otoritelerinin zaafa uğradığını ya da iktidarlarını kaybedeceklerini düşündüklerinde; gerçeklerle yüzleşmek yerine, tarihin “tekerrürü” dediklerine başvurmalarıdır. Kendi icatları düşmanlar, hasımlar ortaya çıkarmalarıdır. Bu hasımlar, kuytu yerlere kendileri tarafından yeri ve zamanı gelince kullanılmak üzere saklanmışlardır. Yeri ve zamanı belirleyen de kendileridir. Halkın, duygularını harekete geçirecek objelerden seçilir. Dini ritüellerle, milliyetçi hamasetle soslanır...

Örgütlü olmayan toplumlar, tarihin "tekerrürü" diye sunulan bu durumu kabullenir, zamanla içselleştirir. Otoritenin “her şeyi bilen” belirleyiciliği süreklilik kazanır. Toplumlar çok karmaşık gibi görünmekle beraber asıl olarak ikiye ayrılır. Gücü kullanan ve küçük bir azınlık olan yönetenler ile güçsüz bırakılmış, edilgen, biatçı, örgütsüz büyük çoğunluk.

Boğulurken denizin tuzlu olduğunu öğrenmeniz ve bunu bildiğiniz halde boğulmanız gibi.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ali Ekber PEKŞEN Arşivi
SON YAZILAR