Aziz ERİM

Aziz ERİM

SİNOPLU AYDIN’IN ARAP’I

SİNOPLU AYDIN’IN ARAP’I

Saraykapıdan aşağı
Değirmancı Kemal’ın mekânı
Ol hikayettir;
Sinoplu Aydın’ın Arap’ı…

Ding döner, cıgara döner, merkebin yörüngesi şarap şişesinin mantarıyla eş, ikisi de inat; biri yürümez, diğerinin mantarı çıkmaz…

Sırlamış hayatı Sinoplu Aydın, cila çekmede, en kaliteli cila, Nuri Leflef’tir, iyi bir kadifeyle pırıl-pırıl olur parıldar…
Amma velâkin, cilalı devri cilalandı “Dertalan” şarabıyla…

Söz altındır, ayarını bilmek lazım, bir konuştu Sinoplu pir konuştu:
—Arap’ı bilir misin Arap’ı?
—Çok Arap bilirim çok
Arap atı gibi sallar başını…
Ne Şam’ın şekeri, ne Arap’ın üzümü…
Yağmur yağıyor
Seller akıyor
Arap Kızı camdan bakıyor…
Çookkk Arap bilirim çookkk, Arap Salo’yu bilirim, bir de Halit Arapoğlu’nu, seninkisi hangi Arap Aydın Abe?
—Sınıfta kaldın be Azizim, bizim Arap’ı bilemedin!
—Bu Arap hangi Arap, bilelim Arap’ı içelim şarabı üzüm müdür, şeker midir, dişi midir, erkek midir?

Söz Sinoplu da, önce gırtlağını temizledi, çiftkağıtlı cıgarasından çekti bir nefes cıgarayı öldürürcesine, dumanı boğuldu, cevahir değer, raksettirdi dumanı
—Cilalı taş devrindeyiz, sırlayalım hayatı, anlatalım Arap’ı annadın mı? –Eyvallah Aydın abe, dinleyelim Arap’ı
-Arabı bilir misin kuyruk sallar erkeklere zillinin önde gideni, mahallenin tüm erkekleri peşinde, aldım geçen gün karşıma kendimce kallavi bir sofra kurdum, bak dedim Arap, arlısı var, arsızı var, şeref namus sahibiyiz, alnımız yere düşmeye, biz ki namus timsaliyiz, baktım mırıldanıyor, mırıldanma sus konuşma köstek, sadece dinle! Eve gelirim yoksun sokakta yoksun toprak damlı evlerin ya da tahtların altında/ toplarım
Seni zilli! Ne çok aşığın varmış Rebbım katli helal kılsaydı, taş üstüne taş, dam üstünde taht baş üstünde baş komazdım…
Değırmancı- değırmancı unumu ettin acı?
Pir konuştu:
—Öyle deme Aydın, o kentin tüm insanları ölecekse, sende ölmelisin…
—Yüreğin içinde sır olmak varsa, sır perdesi dağılır, ardamarı çatlar kişinin, dayatmam, gidişler serbest, fark etmez gidenlerde bir sövgü bulurlar bana…
Bu yüzden aykırayam, yaşamdan tecritem deliyem; Sinoplu Aydın’am ben!

Gelgitleri olmalı insanın, yakamozla raksetmeli, bak nasıl diner deniz, nasıl döker denizkestaneleri dikenlerini, ve öldürür son nefeste cıgarasını…
Rahmet ola!

—Bizim Arap tutkulu köle olur erkeğine, tutku mevsimi geldiğinde soprano olur, döner durur, semazen olur değme gitsin…
Ne çatı kalır, ne de dam, her yerde Arap’ın kırıkları bebe ağlar sanırsın, çokkkk köstektir çookkk bizim Arap!
Attı beynimin V kayışı bir yağmurlu gecede kovdum Arap’ı, ben ki Sinoplu Aydınam Diyarbekir beni tanır bu yaştan sonra boynuzlanıp duvarları mı toslayayım?
Her gece kapı eşiğinde miyavlar almam içeri, ne hali varsa görsün
—Abi şimdi bu senin Arap kedi mi?
—Kedi hem de kancığın önde gideni!

Sinoplu Aydında söz de bitmez öyküde…

Söz ustasıdır, çoğu zaman Sinopluyu Neyzen Tevfik’e benzetirim…

Kediler
Maliye çatısında
Yavrulama bilançolarını
Onaylamada
Notersiz
Muhturasız
Sinoplu Aydın’sız…

Rebbe sığınmış
Rebbi bilir
Rızkı rebdedir
Kulu neyleye…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Aziz ERİM Arşivi
SON YAZILAR