Abdurrahim Kılıç

Abdurrahim Kılıç

BİR ÖNERİ OLARAK DUYGUDAŞLIK YARATMAK

BİR ÖNERİ OLARAK DUYGUDAŞLIK YARATMAK

                Dünya’nın birçok ülkesinde yerinden yönetimin kendini toplumsal yönetimlere dayattığı bir çağda Ortadoğu coğrafyasındaki devletlerin merkezi yönetimlerde diretmesi ve “teklik” üzerinden şoven politikalar üreten keklik liderlerin hegemonyalarını köklü bir şekilde kurmaları, bölgenin “kan coğrafyası” olarak adlandırılmasının belki de başta gelen temel gerekçesidir.  Bireyin yerelden iktidara ortaklığı ve devletin işlerliğine katkı sunması toplumda bir duygudaşlık yaratır.

                Adem-i merkeziyetçi yapıyı kendi varlıklarının ve hegemonik iktidarlarının inşası için tehlike olarak gören bir zihniyet, temel arguman olarak iki şeye sığınır: din ve kutsal devlet. Tabi ki devlet kavramının içini millet olgusuyla değil de milliyetçilik dolgusuyla süsleyen ve uyduruk destanlarla milletinin ruhuna ırkçılık ve şoven bir linç kültürünü enjekte ederek onları oyalayan bir nefret kültürü elbette sağlıklı ve barışçı bir toplumun yetiştirilmesi önünde en büyük engel olur. Diğer yandan din kavramıyla da kendi istek ve arzularına emre amade ibadethaneler kurarak ve din adamları yetiştirerek ütopik ve ilkesiz bir yapı kurar. Bu yapı ortaçağda görüldüğü gibi cennet anahtarını ve tapusunu vermeye inandırılmış kitleler yaratarak aslında var olan iktidarın devamını sağlayan söylem ve propaganda organizasyonlarıdır.

                Toplumsal yapının kendini yeniden üretim süreci normal koşullarda yüzlerce yıllık kültürel akış sonucu gerçekleşirken devrim koşullarında ya da karizmatik liderler öncülüğünde gerçekleşen alt-üst oluşlarda çok daha kısa sürede daha kalıcı ve köklü sosyo-kültürel kabullenme olabilmektedir. Bunda toplumun kendini, değişimin içerisinde paydaş görmesinin payı büyüktür.  Siyaset kuramcısı Hedot, bu davranışı “Okyanus duygusu” olarak tanımlamaktadır.

                Okyanus duygusu kuramı ortaya atıldığı yıllarda hem kültürel ortamlarda hem de politik arenada çokça tartışılmış ve güncel yönetim ağına düşmüş siyaset erbabı tarafından can simidi olarak görülmüştür. Toplumu oluşturan her bireyin halkla ilişkiler ve propaganda aracılığıyla siyasi hareketin bir parçası ve başarılı her uygulamanın paydaşı olarak kendini hissetmesi anlamına gelen bu “duygudaşlık” kavramı günümüzde de yaygın kullanılmaktadır. Bu duygudaşlık zamanla bireye “sınırsız bir güven” hazzı vererek otoriteye kayıtsız şartsız itaat ve muhaliflere karşı derin ve köklü nefret kültürünü kazandırır. Birey tek iken hiçtir, fakat kendini büyük ailenin, organizasyonun bir parçası hissedince  “o” artık güç ve devlettir!

                Medyanın en ağır sosyo-kültürel ve politik yönlendirici olduğu çağımızda çok çeşitli iletişim araçlarıyla bireye ulaşmak ve daha yaşanılır bir dünyanın kurulması olanaklıdır. Etkili bir iletişim ve söylem yoluyla toplumsal ve hakkaniyetli bir yapının inşası gerçekleşebilir. Toplumsal iktidarın –yerel iktidar için de geçerli- kurulması, amaçlanan hedefler doğrultusunda geliştirilip korunması ve toplumun her kesimi tarafından onaylanması ideolojik dar bir çerçeveye sığdırılmadan da gerçekleşebilir. Tam aksine bir bütün olarak hem bireylerin hem toplumun can alıcı ortak sorunlarına değinen çözümleyici bir yaklaşım ve etkili bir söylem tüm ideolojilerden daha fazla etki eder.

                İster yerelde ister genelde politik çaba içerisinde olan kişilerin öncelikli olarak medya ile ilişkilerinin sıcak ve sıkı olması gerekir. Kendi söylem ve gösterge mecralarını kuran organizasyonların daha görünür oldukları ve bu sayede daha başarılı kabul edildikleri hepimizin malumudur. Fakat diğer bir önemli şık da medyanın içeriğidir. Ne denli yaygın olursa olsun, etki çemberi ne denli geniş olursa olsun söylem ve göstergenin içeriği uygun kodlanmamışsa bireye ve topluma etki etmez, edemez. İşte bu noktada görevi iletişim bilimcilere, dilbilimcilere ve medya ustalarına vermek gerekir.

                Duygudaşlık, bir toplumu bir arada tutar. Duygudaşlığı yaratan temel etken ise bireyin yönetime ortak olması ve kendini devlete paydaş hissetmesine bağlıdır. Bu açıdan bakıldığında merkeziyetçi yönetimlerde duygudaşlığın kurulması güçtür ve en küçük zayıflamada tökezlemeler başlar. İletişim bilimci olarak söyleyeceklerim bu kadar, lafım ortaya!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Abdurrahim Kılıç Arşivi
SON YAZILAR