Abdurrahim Kılıç

Abdurrahim Kılıç

TOPRAK YOKSA İNSAN BİR HİÇTİR!

TOPRAK YOKSA İNSAN BİR HİÇTİR!

          Bu bir içini açma yazısıdır, ey okur! Umarım anlarsın beni… Şair Adnan Yücel “Yeryüzü Aşkınyüzü Oluncaya Dek” adını taşıyan uzun şiirinde yaşamın yıkıldığı ve aşkın kırıldığı yerden okuruna seslenir. Bu ünlü şiir çoğunlukla “Aşksız ve paramparçaydı yaşam / bir inancın yüceliğinde buldum seni / bir kavganın güzelliğinde sevdim / bitmedi daha sürüyor o kavga / ve sürecek / yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek…” dizeleriyle bilinir. Fakat şiirin bütünselliğinde aşk diye inandığımız yalanın aslında hak, emek, adalet olduğunu ve tüm bunların kökeninde ise mülkiyetin, dolayısıyla toprağın bulunduğunu o çarpıcı dizeleriyle dile getirir.

Toprak olgusu sadece üzerinde yaşadığımız madde değildir, bir de ona yüklediğimiz anlamlar vardır. İlahi inançlara göre gelip gideceğimiz aslında değersiz bir maddedir toprak. Sıradandır, bitemeyecek kadar çoktur ve kendini yenileyen bir döngüdür aslında. Bilimsel yaklaşımda toprak, bir ateş topudur, güneşten kopan parça zamanla soğumuş ve yaşamın özütü toprak oluşmuştur. Budizmde toprak, insandır. İnsanın ihtirasları, yenilgileri, sevinçleri, sevapları, günahları hepsi topraktır.

Kapitalist yaklaşımda toprak, alınıp satılabilen ve artı değere sahip bir şeydir. İşte bu devrede Adnan yücel’in dile getirdiği dizeler anlam kazanıyor:  “Tarihin her anı tanıktır bize / ilk kez bu topraktan dinlemiştik / toprak bölünüp parçalandığı zaman / çitlerle çevrilip sınırlandığı zaman / ve topraklılar tanrılaşıp / topraksızlar köleleştiği zaman / acının ilk yangını / o zaman tutuşmuştu içimizde / sevginin ilk yaprağı o zaman solmuş / o zaman kurumuştu elimizde…”   

Bu dizelerdeki topraklıların tanrılaşması kavramı, içerisinde çok anlamlar taşıyor. Dünyadaki tüm savaşların temelinde yatan hakikat, topraktır. Daha çok toprak, daha çok güçtür. Toprak uğruna ölürüz, toprak uğruna çalışırız, kendimizi bitirir, ömrümüzü heba ederiz. Toprağa vatan deriz, tarla deriz, ev deriz, dükkân deriz… Ama aslında hepsi bu dünyada bırakıp özütüne karıştığımız sıradan, değersiz bir nesnedir.

“Toprak yoksa insan bir hiçtir!” derdi babam. Zamanı ve mekanı aşan sözlerin en tepesine koyardı bu vecizesini. Kırsalda yaşamanın getirdiği toprağa bağlılık çoğu insanda olduğu gibi onda da derin ve sonsuz sadakat duygusu geliştirmişti. Toprağı kutsamanın, sahiplenme içgüdüsünü daha da azdırdığını onda görüyordum. Toprağa bağlı üretim ve yaşam ilişkilerinin doğal döngüsü içinde bu bağlılığın kendince haklı gerekçeleri vardı.

Toprağın sıcaklığı ve güzelliğini sevgilinin güzelliğiyle özdeşleştiren Nazım Hikmet, gönül safının dışında gördüğü bu sırrı kâfi görmemektedir. Toprağı değerli kılan, vatan yapan duygu; üzerinde yaşananlardır, insanın ona yüklediği anlamlardır. Boğuştuğu hasretlik, çırpındığı aşk, şiirine akıttığı acı bu toprakların imgesidir.

Toprak bahsi geçince Aşık Veysel’i anmadan olmaz! O ünlü türküsünde kırık ve boğuk sesiyle terennüm ettiği “Benim sadık yârim, kara topraktır…” dizeleri sadece ölüme bir gönderme değildir. Aynı zamanda bir minnettarlığın ifadesidir. Toprağın yırtılan, kazınan tenine ekilen berekettir onu güzel yapan.

Fakat tüm bunların ötesinde toprak hep bir sömürü aracı olmuştur. Güçlü olanın elinde tutuğu en işlek silah, bir sömürü aracı, ölme ya da öldürme bahanesi. İnsanı yok sayan, yok eden, yaşamı bazen dehşet anlamsızlaştıran bazen muhteşem güzelleştiren bir imge.

 

Toprağın değer kazandığı yerde, insan değer kaybeder. İnsanı öncelemeyen bir yapılaşma toprak yığınağı olmaktan öte anlam taşımaz. Sadece sizlere içimi döktüm ey okurlarım, anlayın beni!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Abdurrahim Kılıç Arşivi
SON YAZILAR