Kaybolan Anlar
Zaman… En adil dağıtılan, en eşit görünen kaynak. Her birimize aynı miktarda veriliyor; her gün yirmi dört saat. Ama ne garip ki, çoğumuz bu süreyi nasıl kullandığımızın farkında bile değiliz. Saatler hızla akıp gidiyor, günler birbirini kovalıyor, yıllar ise farkına varmadan elimizden süzülüyor. Çocukken bir yaz tatili sonsuz gibi gelirken, yetişkin olduğumuzda bir ay bile çabucak tükeniyor. Modern yaşam, zamanın farkında olmamızı engelleyen bir tempoyla örülmüş gibi.
Her gün planlar yapıyoruz, listeler hazırlıyoruz, hedefler koyuyoruz. Ama çoğu zaman, zamanın kendisi hedeflerimize yetişmek için yarışıyor. Telefon bildirimleri, e-postalar, toplantılar ve sosyal medya… Hepsi, zihnimizi ve dikkatimizi ele geçiriyor. Düşünme, durma, sadece “olma” anları giderek azalıyor. Biz yetişmeye çalışırken, zaman sessizce bizi geçip gidiyor.
Oysa zaman, durduğumuz anlarda anlam kazanır. Bir kahve fincanının buğusunu izlerken, kitap sayfalarını çevirirken, bir dostun gözlerinin içine bakarken… Bu anlar, zamanın en değerli hırsızlarını durdurur. Çünkü zaman, hızla akar; ama farkındalıkla durabilir. İşte bu yüzden küçük anların kıymeti büyüktür: Çocukların gülüşleri, sokakta tanıdık bir yüz, bir arkadaşla yapılan uzun sohbet… Her biri, modern hayatın karmaşasında kaybolan değerlerdir.
Teknoloji, hayatımızı kolaylaştırırken bir yandan da zamanımızı çalıyor. Sosyal medya akışında geçen saatler, sürekli gelen bildirimler ve çevrimiçi toplantılar… Tüm bunlar, “an”ı yaşamamıza izin vermiyor. İnsan, hem hızla bağlanıyor hem de giderek yalnızlaşıyor. Yakınlarımızın yanında olsak bile zihnimiz başka yerlerde; geçmişi hatırlıyor, geleceği düşünüyor ama şimdiki anın içinde değiliz.
Ve zaman, sadece bireysel hayatımızı değil, ilişkilerimizi de şekillendiriyor. Aile bağları, eski arkadaşlıklar, basit bir sohbet… Hepsi kaybolmaya yüz tutmuş gibi. Çünkü modern yaşam, her şeyi kaydetmeye ve biriktirmeye odaklanmışken, yaşamın kendisi biriktirilemez; yaşanır. İnsan ilişkilerinin değeri, sosyal medya etkileşimleriyle ölçülemez; gerçek bağ, yüz yüze konuşmalarda, paylaşılan sessizliklerde, beraber geçirilen küçük zaman dilimlerinde gizlidir.
Belki de zamanla ilgili en büyük farkındalık, onu kontrol etmeye çalışmak yerine, onunla birlikte akmayı öğrenmektir. Anın tadını çıkarmak, küçük mutlulukları fark etmek, gözlerinizi açıp hayatın detaylarını görmek… İşte zamanın sessiz hırsızlarını durdurmanın tek yolu budur. Çünkü geçmiş geri gelmez, gelecek belirsizdir; elimizde yalnızca şu an vardır.
Şehirlerin, teknolojinin ve modern yaşamın hızlı temposu içinde kaybolmak kolaydır. Ama hayatın anlamı, koşuşturmanın dışında, küçük duraklarda, farkında olduğumuz anlarda gizlidir. Zamanın hızına kapılmadan, sevdiklerimizle birlikte, doğayla temas ederek ve kendi içimize dönerek yaşamak, belki de en büyük dirençtir.
Ve sonunda şunu anlarız: Zaman bizim düşmanımız değil, sessiz bir öğretmendir. Bize neyin değerli olduğunu, neyi fark etmemiz gerektiğini gösterir. Onu anlamak, yavaşlamak ve yaşamak… İşte insanın hayatla kurabileceği en derin ve anlamlı ilişki budur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.