Sessizce Kaybolan Toplum
Bazı sabahlar olur; sokağa adımınızı attığınız anda rüzgâr bile çok yorgunmuş gibi eser. İnsanların yüzüne bakarsınız; eskisi gibi ışıldamaz. Gözlerde bir kırgınlık, omuzlarda bir ağırlık, adımlarda bir isteksizlik vardır…
Türkiye’de mutsuzluk artık bireysel bir duygu değil; ortak bir kader hissi gibi dolaşıyor içimizde. Kimse yüksek sesle söylemese de hepimiz aynı sancıyı paylaşmaya başladık.
Ekonomik kaygılarla yeterince yorulan insanımız, artık sadece cebinden değil, umudundan da kaybetmeye başladı.
Evlerimizde otururken bile rahat değiliz. Her şey düşünceye dönüşüyor:
“Bu ay nasıl olacak?”
“Çocuğun okul masrafı ne olacak?”
“Markete gidince neyi almaya elim varacak?”
Rakamlar büyüdükçe umutlar küçülüyor. Fakirleşmek yalnızca yoksullaşmak değildir; hayal edemez hâle gelmektir aslında. Bir ülkenin insanı hayal kurmayı bırakınca, gökyüzündeki yıldızları, ormandaki yeşili, denizin mavisini de göremez olur.
Büyüklerimiz bir zamanlar bize iyiliği, dürüstlüğü, namusu ve merhameti öğütlerdi. Bugün ise etrafa baktığımızda, o değerlerin taşıyıcı kolonlarında derin çatlaklar oluştuğunu görüyoruz. Nezaket eskisi gibi kapı aralamıyor; iyi niyet, suistimal edilen bir saflık gibi algılanıyor.
Ve insan bunun karşısında en çok şuna üzülüyor:
Değerleri kaybetmenin yarattığı çöküntünün, insani yönlerimizi sessizce eksiltmesine…
Televizyon izlemek eskiden, hikâyeleştirilmiş hayatlardan ders alınan ve bu derslerin yaşama aktarılmasının gerekli görüldüğü bir sosyal birliktelikti. Bugün ise bu hikâyeler ders vermiyor; sonu uçuruma çıkan zehri, ince ince ruhlarımıza işliyor.
Şiddet, ihanet, kötülük, sadakatsizlik, madde kullanımı, ahlaksızlık…
Hepsi sanki normalmiş gibi sunuluyor.
Oysa televizyon bir zamanlar aileyi bir araya getirirdi. Şimdi ise aileyi, ahlakı ve çocukların masum bakışlarını dağıtacak kadar hoyrat. Kötülüğün bu denli kolay tüketildiği bir toplumda, iyiliğin yükü her geçen gün ağırlaşıyor.
Spora gelince… Bir zamanlar stadyumlara adım attığınızda bir şey hissederdiniz: birlik.
“Aynı marş, aynı nefes, aynı çığlık…”
Bugün ise spor, öfkenin yuvalandığı, insanların birbirini kırdığı bir alana dönüştü. Oysa futbol, basketbol ve diğer spor dalları bu ülkenin nefesiydi. Nefes daraldıkça, toplum olarak kalbimiz de sıkışıyor.
Bir toplumun en büyük yapı taşı kurallarıdır.
Selam vermek, komşuya yardım etmek, yaşlıya saygı duymak…
Basit ama kutsal davranışlar…
Şimdi bu değerler, modern hayatın ağırlığı altında eziliyor.
Artık herkes birbirine yabancı. Kimse kimsenin derdini duymuyor, gözyaşını görmüyor. Bir toplumun en acı yalnızlığı, kalabalığın ortasında yaşanan dramlar ve bu dramlara neden olanların pervasız cüretidir. İnfaz Kanunu’ndaki metodolojik boşluklar, suçun sıradanlaşmasına zemin hazırlıyor. Suçluların sistemdeki kusurlardan cesaret alması ise halkın adalete olan güvenini en çok yaralayan unsur oluyor.
Bir ülkede adalet incinirse, herkes biraz eksilir. Çünkü güven duygusu kaybolduğunda, insanın içindeki temel taşlar sarsılır.
Tüm bunlar, hepimizin omuzlarına görünmez bir yük gibi çökmüş durumda. Bugün ülkede kolektif bir hüzün taşınıyor. Bu hüzün öfkeye, suskunluğa ya da umudun tamamen yitirilmesine dönüşmeden önce, belki de yeniden toparlanmanın yollarını aramak gerekiyor.
Çünkü mutsuzluk artık bireysel bir duygu değil; bir milletin kalbinde büyüyen, hepimizin derinden gördüğü ve hissettiği bir umutsuzluğa dönüşmeye başlıyor…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.