Sevginin Tabelada Kaldığı Yer
Sosyal medyada karşıma çıktı. Ekranı kaydırırken, araya sıkışmış birkaç satırdı. Büyük puntoları yoktu, altı çizilmemişti, “son dakika” değildi. Ama bazı haberler vardır; insanın içinde bir yere oturur ve oradan kolay kolay kalkmaz.
Antalya’da, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na bağlı bir Sevgi Evi’nde kalan beş aylık Arda bebek, beşiği kendisine büyük olduğu için içine yerleştirilen küçük yatakla arada oluşan boşluğa düşerek hayatını kaybetmişti. Saatlerce fark edilmediği yazıyordu.
Bu cümlede bağıran bir kötülük yok.
Kan yok, şiddet yok, yüksek ses yok.
Sadece ölçülmemiş bir yatak, kontrol edilmemiş bir beşik ve fark edilmeyen bir sessizlik var.
Bazen insanı en çok yıkan şey de tam olarak budur: sessizliğin normalleşmesi. Kimsenin dikkatini çekmeyen, kimseyi irkiltmeyen ama bir bebeğin hayatını alan o sessizlik.
Adı Sevgi Evi.
Bu ismi duyunca insanın zihninde korunmak, kollanmak, gözetilmek canlanır. Oysa sevgi bir kelime olarak kaldığında, içi boşaltıldığında, en ağır aldatmacaya dönüşür. Bir bebeğin kaldığı yerde en temel güvenlik bile sağlanmamışsa, orada eksik olan şey imkân değil; özen, dikkat ve vicdandır.
Arda bebek o eve nasıl geldi bilmiyoruz. Hangi hayatın içinden koparıldı, hangi yoksunluk onu oraya sürükledi, bilmiyoruz. Ama bildiğimiz bir şey var: O çocuk devlete emanet edildi. Yani hepimize. Ve bu emanet, bir dosya gibi, bir yatak sayısı gibi, bir vardiya çizelgesi gibi ele alındı. Oysa bir bebek çizelgeye sığmaz; onun varlığı sürekli bir dikkat ister, nefesini dinlemeyi, sessizliğini fark etmeyi ister.
Saatlerce fark edilmediği yazıyor.
Bu cümle insanın içini acıtıyor. Çünkü bu bir anlık dalgınlık değil. Bu, yıllar içinde körelmiş bir bakışın, sıradanlaşmış bir umursamazlığın sonucu. Bu ülkede çocuklarla ilgili ihmal hikâyeleri ne yazık ki yeni değil. Yıllardır televizyonlarda bu kurumlara dair haberler izledik. Yıllardır oralarda büyüyüp çıkan insanlar konuştu. Anlatılanlar değişmedi: ihmal, sevgisizlik, yalnızlık, değersizlik hissi.
Ve biz her seferinde “artık böyle olmayacak” dedik.
Ama oldu.
Hep oldu.
Demek ki hiçbir şey değişmedi.
İsimler değişti belki. “Yurt” dendi, “sevgi evi” dendi. Binalar yenilendi, tabelalar asıldı. Ama zihniyet değişmedi.
Bu bir kaza değil.
Bir bebeğin kaldığı yerde, beşiğin içine yerleştirilen yatağın etrafında ölümcül bir boşluk varsa, bu tek bir kişinin hatası değildir. Bu boşluğu biri yaptı. Biri ölçmeden yerleştirdi. Biri onayladı. Biri denetlemedi. Biri fark etmedi. Biri görmek istemedi.
O yatağı alan ihale sorumlusu görmedi.
O odayı kontrol eden amir görmedi.
O çocukların kaldığı alanları denetlemekle yükümlü olanlar görmedi.
Orada çalışanlar görmedi.
Kimse mi düşünmedi: “Buraya çocuk düşer, sıkışır, ölür?”
Bu noktada artık “ihmal” kelimesi yetmiyor.
Bu, kolektif bir vicdansızlık.
Çocukla çalışmak sıradan bir iş değildir. Bu, yalnızca mesai saatleriyle, görev tanımıyla yapılacak bir şey değildir. Çocuk, insanın aynasıdır; neyseniz onu görür. Bu kurumlarda çalışanların nasıl seçildiğini, hangi psikolojik yeterliliklerden geçirildiğini, düzenli olarak denetlenip denetlenmediğini sormak zorundayız. Çünkü ortada tekrar eden bir sonuç varsa, ortada tekrar eden bir sorun vardır.
Arda bebek ilk değil.
Ve insan bunu bilince daha da sarsılıyor.
Çünkü bu, son da olmayacağı anlamına geliyor.
Her seferinde birkaç gün konuşacağız. Sonra başka gündemler gelecek. Ama o çocuklar orada kalmaya devam edecek. Ve biz gerçekten yüzleşmediğimiz sürece, bu kurumların kapısına hangi ismi asarsak asalım, içeride yaşanan şey değişmeyecek.
Çünkü sevgi, bir kurumun adında değil; her gün yeniden gösterilen dikkatte, ölçülen bir yatakta, fark edilen bir sessizlikte olur.
Sevgi evlerinde çocuklar ölüyorsa, orada sevgi değil, yalnızca alışılmış ihmal vardır. Ve adı ne olursa olsun o yerlerde hiçbir şeyin değişmediği gerçeği …
Sevgiyle
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.