Siyasetin yeni normali: Belirsizlik
Bir süredir garip bir çağda yaşıyoruz. Ne tam anlamıyla bir kriz içindeyiz ne de gerçek bir istikrara sahibiz. Her şey yerli yerinde gibi duruyor; devletler ayakta, hükümetler görevde, seçimler yapılıyor. Ama yine de kimse yarın ne olacağını bilmiyor. İşte buna, modern siyasetin yeni adıyla, istikrarlı siyasi belirsizlik deniyor.
Dünya bu ruh hâline yabancı değil. Soğuk Savaş’ın net kutupları çoktan dağıldı. Bugün çok kutuplu ama kuralsız bir uluslararası sistemdeyiz. ABD ile Çin arasındaki güç mücadelesi, Avrupa’nın kendi iç gerilimleri, Orta Doğu’nun bitmeyen krizleri… Hiçbiri ani bir çöküşe yol açmıyor; fakat hiçbiri de kalıcı bir güven duygusu üretmiyor. Küresel siyaset, sürekli açık kalan bir parantez gibi: Kapanmıyor ama derinleşiyor.
Popülizm bu belirsizliğin hem nedeni hem sonucu. Siyaset, uzun vadeli akıl yürütmeden çok, anlık tepkilere yaslanıyor. Seçmen, yarının planını değil bugünün öfkesini oyluyor. Böyle olunca yönetimler ayakta kalıyor ama yön duygusunu kaybediyor. İstikrar var; fakat pusula yok.
Türkiye bu tablonun dışında değil; hatta bazı yönleriyle tam merkezinde. Ülke uzun süredir “sürekli gündem” hâlinde yaşıyor. Ekonomi konuşuluyor, ardından dış politika; sonra güvenlik, sonra yeniden ekonomi… Sorunlar değişmiyor, yalnızca başlıklar yer değiştiriyor. Bu da toplumsal hafızayı zayıflatıyor, geleceğe dair beklentileri bulanıklaştırıyor.
Kurumsal öngörülebilirliğin azalması, belirsizliği daha da kalıcı kılıyor. İnsanlar ve yatırımcılar için en zor şey kötü senaryo değildir; belirsiz senaryodur. Ne olacağını bilmemek, neye hazırlanacağını bilememektir. Türkiye’de de sorun tam burada düğümleniyor: Krizler yönetiliyor, fakat belirsizlik yönetilemiyor.
Toplumsal kutuplaşma ise bu belirsizliğin görünmeyen yakıtı. Uzlaşma yerine tahakküm, ikna yerine galibiyet dili öne çıktıkça siyaset bir çözüm alanı olmaktan çıkıyor; bir güç gösterisine dönüşüyor. Güç gösterisi süreklidir, ama çözüm üretmez. Böylece belirsizlik istikrarlı hâle gelir.
Asıl tehlike tam da budur: Belirsizliğe alışmak. Normalleşen belirsizlik, beklentiyi düşürür; beklentisi düşen toplum ise talep etmeyi bırakır. O zaman siyaset yönetir, ama yön vermez.
Çıkış yolu zor ama nettir: Güçlü kurumlar, öngörülebilir hukuk, şeffaf yönetim ve uzun vadeli akıl. Belirsizlik kader değildir. Ancak kader gibi yaşanırsa, gerçekten kader olur.
Ve belki de en kritik soru şudur:
İstikrar mı istiyoruz, yoksa belirsizliğe alışmayı mı?
Cevap, yalnızca siyasetin değil, toplumun da aynaya bakmasını gerektiriyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.