BARIŞ UĞRUNA SAVAŞMAK
İçsel Özgürlük Olmadan Devrim Olmaz
Beş bin yıllık yazılı tarih… Yüzlerce imparatorluk, binlerce savaş, milyonlarca ölüm… Ve her biri adına barış, adalet, kurtuluş dendi. Ama sonunda ne oldu? Bir coğrafya gerçekten özgürleşti mi? Bir insan bütünüyle kendisi olabildi mi? Ya da en yalınıyla soralım: Barış gerçekten geldi mi?
Savaş ve Vaatler
Bütün savaşlar, büyük vaatlerle başladı. Düzen kurmak, adaleti sağlamak, zulmü sonlandırmak… Ama hemen her zafer, yeni bir baskının kapısını araladı. Yeni bir dil, yeni bir ideoloji, yeni bir tanrı ya da lider geldi. Ve asıl kaybeden, yine sıradan insan, yoksul, kadın, çocuk, yaşlı ve isimsiz olan oldu. Bunun adı bazen imparatorluktu, bazen medeniyet, bazen devrim, bazen de peygamberlik… Ama her biri, eğer içsel özgürlükle bağlantılı değilse, yalnızca yeni bir tahakküm biçimine dönüştü.
Tarihin taşıyıcısı olan figürler—peygamberler, filozoflar, bilge krallar—birçoğu insanın özüne çağrıda bulundu. Buda, arzunun son bulmasından söz etti. İsa, egemenliğe değil, içsel dönüşüme seslendi. Muhammed, ilk yıllarında eşitlik ve adaletin sözcüsüydü. Sokrates, hakikatin peşinde yürümeyi bir yaşam biçimi saydı.
Ama bu önderlerin çoğu ya çarpıttı, ya araçsallaştırıldı, ya da kendi dönemlerinin iktidar aygıtına dönüştü. Kutsal olan, bir anda zorlayıcı olana; bilgelik, dogmaya; direniş, düzene hizmet eden bir yapıya evrildi. Ve burada da büyük bir yanılgı doğdu: Kurtarıcıya ihtiyaç duymak, özgürlüğün ertelenmesi demektir. Çünkü gerçek kurtuluş, dışarıdan değil, içeriden doğar.
Sol, Anarşist ve Feminist Direnişin Sesi
Özgürlük mücadelesi elbette yalnızca kutsallık iddiasıyla değil, politik bilinçle de yürüdü. Anarşistler, otoriteyi sorguladı. Devletsiz bir toplumu düşlediler. Sosyalistler, sınıfsal eşitsizlikleri ifşa etti. Feministler, bedenin, emeğin ve kimliğin sömürüsüne karşı direndi.
Ama bu mücadeleler de zamanla araçsallaşmaya başladı. İdeolojiler dogmaya, örgütlenmeler küçük iktidar alanlarına, liderlikler yeni kutsallıklara dönüştü. Devrimciler, devrimlerini korumak adına baskıcıya benzemeye başladı. Ve bir kez daha içsel özgürlük unutuldu.
İçsel Özgürlük: Unutulan Devrim
Her şey değiştirildi ama insanın içindeki korku, hırs, öfke ve boşluk değişmeden kaldı. Bu yüzden savaşlar bittiğinde bile barış gelmedi. Yeni sistemler geldiğinde bile insan kendini bulamadı. Çünkü gerçek barış, dışsal bir düzenle değil; Zihinsel sessizlikle, Duyarlılıkla, Egoyu aşmakla mümkündür. İnsan, kendi içindeki tahakkümü fark etmeden dışarıdaki hiçbir düzeni kalıcı kılamaz. Kendisini görmeyen ve barışık olmayan biri, adaleti yüceltemez. Zihni gürültülü olan biri, barışı taşıyamaz. Ve içsel bütünlüğü olmayan hiçbir toplum, uzun vadeli özgürlük kuramaz.
Yanılgı: Barışı Kazanılacak Bir Şey Sanmak
İnsanlığın temel yanılgısı şu oldu: Barış, kazanılır sanıldı. Oysa barış, yaratılmaz; Çünkü barış, doğanın özüdür. Sessizlikte vardır, nefeste vardır, bir bebeğin ilk bakışında, gökyüzünün boşluğunda vardır. Ama biz onu sürekli unuttuk. Fark etmek yerine icat etmeye çalıştık. Ve icat edilen her “barış”, eninde sonunda bir başka savaşın bahanesi oldu.
Çıkış, yeni bir ideolojide değil. Yeni bir liderde, yeni bir sistemde, yeni bir kutsalda değil. Çıkış, insanın kendine dönmesinde. Egoyu görmesinde. Zihnin çarpıtmalarını fark etmesinde. Ve yeniden duyarlılığa yer açmasında. Savaşlar biter bir gün. Ama içteki savaş, ancak insan kendine dürüst olursa biter.
İçsel özgürlük olmadan, hiçbir devrim tamamlanmaz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.