Selahattin KARAASLAN

Selahattin KARAASLAN

Dünya’yı kurtarma şansımız var mı?

Dünya’yı kurtarma şansımız var mı?

DÜNYA’YI KURTARMA ŞANSIMIZ VAR MI?

Hepimizin sıcaklardan adeta kavrulduğu günler yaşıyoruz. Gölgede otururken bile ter içinde kalıyoruz. Suni bir iklim yaratan “ Klima” denen aleti bir çözüm olarak görenler var. Ancak klimalar bizi serinletirken çıkardıkları ısı ve gazlarla gezegenimizin daha çok ısınmasına da neden oluyor. İklimbilimcileri yıllardır bu sorunu anlatmaya çalışıyor. Onlar anlatmaya çalışırken biz de soralım:

“Dünya’yı kurtarma şansımız var mı?”

Ancak cevabı bu kadar basit değil…

“Kurtarmak istiyoruz ama nasıl olacak bu?..”

Gelin sizlerle bu sorunun cevabını hep birlikte arayalım.

Nehirleri kuruttuk, ağaçları kestik, ormanları yok ettik, denizleri kirlettik, daha çok fosil yakıt çıkarmak için yerin altını da delik-deşik ettik, her tarafı betonlaştırdık, daha çok ürün almak için yer altında bulunan suları çektik…

Bütün bunları yaptıktan sonra da “ Yahu bu sular niçin azalıyor, bu dev obruklar niçin oluşuyor, her tarafımız deniz olmasına rağmen niye yiyecek balık bulamıyoruz, bu petrol niçin bu kadar pahalı, niçin gölgesinde oturacak ağaç bulamıyoruz vsvs…” diye ağlıyoruz…

Aynen şarkıda geçtiği gibi bir “ kendim ettim, kendim buldum” vaziyeti yaşıyoruz.

Büyüklerimiz anlatırdı ve derlerdi ki; eskiden Anadolu’nun birçok yerinde damlar çamurdan yapılırdı. Kış günü adamın birinin damı akmaya başlamış. Adam merdiveni dayamış ve dama çıkmış. Damda yürümeye başlayıp akan yeri bulmaya çalışmış. O sırada gözü arkasında kendi bıraktığı izlere takılmış. Bakmış ve bir anlam verememiş. Sonra da “ Kim bu kış günü ayakkabıyla benim damımda gezinmiş?” diyerek ardı ardına küfürleri sıralamaya başlamış…

Durumun özeti kısaca budur.

Az önce bir kötü haber daha verdiler.

Okyanuslar da ısınmaya başlamış…

Birilerinin sesini duyar gibiyim“Ne olmuş yani, ısınırsa, ısınsın.”

Ya da şöyle demişlerdir ” Biz ne yapabiliriz ki?..”

Maalesef durum bu kadar basit değil, hatta göründüğünden çok daha ciddi…

Bu arada bir yanlışı da düzeltmiş olalım: Bilinen aksine dünyanın asıl oksijen kaynağı ağaçlar değil, okyanuslardır. Dünyanın oksijenin yaklaşık yüzde 80’i okyanuslar tarafından üretiliyor. Dünya yüzeyinin üçte ikisini kaplayan okyanus ve denizlerde yaşayan algler ( su yosunları ) oksijenin asıl kaynağıdır. Denizlerde bulunan mercanlar da oksijen üretiminin yanında karbondioksit tüketmesiyle dünyanın sağlığı için önemli canlılardan birisi. Maalesef mercanlar da ölüyor. Artan sıcaklık öncelikle mercanların renginin beyazlamasına neden oluyor. Bu durum mercana hayat veren alglerin mercan kayalıklarını terk etmesiyle, yani mercanların ölmesiyle ortaya çıkıyor. Dünyanın en büyük resifi olan 344 bin kilometre büyüklüğündeki Büyük Set Resifinin yarı yok oldu. Yok olan kısmın büyük bölümü de 1998’den bu yana gerçekleşti. Okyanuslarda sıcaklık son yüzyılda 0,76 derece arttı. Durum bundan ibarettir. Bu arada birileri bundan ‘ağaçlar önemsizdir’ gibi bir sonuç da çıkarmasın. Çünkü geldiğimiz noktada bir ağaç bile çok çok değerlidir. Basit bir hesapla aktarayım: Bir ağacın üstündeki hava 60 derece ise altındaki hava ortalama 30 derecedir. Bu da ağacın ne kadar önemli olduğunu anlatmaya yeter de artar bile…

Ayrıca; kıyılarda ve denizlerde yapılaşma ve deniz tabanından petrol ve doğalgaz çıkarma işlemleri denizlerin kirlenmesine ve asidik hale gelmesine neden oluyor. Oluşan asidik yapı da başta kabuklu deniz canlıları olmak üzere diğer deniz canlıları, planktonlar ve mercanların yok olmasına neden oluyor. ( *Kaynak: Sivil Toplum Kuruluşu NRDC- AA )

Peki, teşhisimiz tamam da, bunun bir çözümü yok mu?

Yani, Dünya’yı hala kurtarma şansımız var mı?..

Cevabını da yazıyorum: Evet var…

Peki ama nasıl olacak bu?...

Nasıl olacak kısmına da sihirli değil basit bir formül yazacağım.

Çözüm: Minimalizm…

Yani daha az tüketerek, daha az harcayarak, daha az kirleterek ve daha az israf ederek bu işe çözüm bulabiliriz.

Bence insanoğluna bahşedilmiş en büyük nimet zeka iken, en büyük eksiği de açgözlülüğü ve hırsıdır…

Basit bir örnek vereceğim: Dünyada yaklaşık olarak 8 milyar insan yaşıyor. Ancak üretilen yiyecek miktarı 13 milyar insana yetecek düzeydedir. Buna rağmen dünya nüfusunun neredeyse yarısı aç yaşıyor ya da açlık sınırında yaşıyor.

Bu demektir ki 14 milyar insana yetecek gıdayı toplam 4 milyar insan tüketiyor. Ya da şöyle basit bir hesap yapalım: Bazıları karnını doyuramazken bazıları da en az iki kişinin tüketeceği yiyeceği tüketiyor.

Tüm bunların ötesinde bu kadar gıda üretilirken harcanan enerji, insan emeği, kesilen ağaçlar, yok edilen sular, kirletilen atmosfer, zehirlenen topraklar ‘asıl’sorundur…

Betonlaştırma ilgili ilginç bir örnek vereceğim: Almanya’daki bir tanıdığımız işine çok yakın olan Steinsfurt isimli bir kasabada satın aldığı bir arsaya iki katlı bir ev yapıyor. Ayakları çamur olmasın diye bahçenin tümünede kilit taşı döşüyor. Aradan bir hafta geçmeden evine posta yoluyla okkalı bir ceza geliyor.

Gelen yazı özetle şöyle: “ Sayın Vatandaşımız, evinizin bahçesinin tümünü kilit taşı ile kaplamışsınız. Alman Yasalarına göre bahçenizin en çok yüzde 70’şini kilit taşı ile döşeyebilirsiniz. Geri kalan kısmı toprak olarak bırakmak zorundasınız. Bunu uygulamazsanız yağan yağmur suları tekrar yeraltına nasıl karışacak ve nereye gidecek? Size verilen 15 günlük süre içinde bahçenizi yasalarımıza uygun hale getirmenizi bekliyoruz. Bunun yerine getirilmemesi halinde de verilen cezanız 3 katına çıkarılacaktır. Doğaya ve yasalara saygılı olmanızı bekliyoruz…”

SONUÇ: Dünya’yı hala kurtarabiliriz, nasıl mı?

Daha az tüketerek, daha az kirleterek, hırsımızı frenleyerek, doğanın dengesine daha saygılı olarak.

Bunları yapmak elbette ki kolay değildir ve elbette aynı davranışı tüm dünyada aynı şekilde benimsetmek de daha zordur.

Bu konuda da iş Birleşmiş Milletler’e düşer ve tüm dünyada bu konuda ortak bir politika geliştirilir.

Sorun nedir, çözüm nedir ve çözümler için hangi adımların atılması gerekiyorsa aynı anda ve tüm dünyada aynı şekilde icra edilir.

Kolay mıdır, elbette kolay değildir ve hatta çok zordur fakat kaybedecek bir saniyemiz bile kalmadı.

İmkânsız mıdır, elbette değildir. İnsanoğlunun sicili ne kadar bozuksa da yaptığı- başardığı çok önemli işler de var…

Zamanımız da hiç yok. Yarından başlayarak her fert, her kurum, her kuruluş ve her ülke üzerine düşeni yapmaya başlamalıdır.

Başlamak zorundadır da…

Çünkü hemen harekete geçmezsek bunları yapabilecek zaman da bulamayız…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Selahattin KARAASLAN Arşivi
SON YAZILAR