BARIŞIN KÖK ANLAMI
Barış, bir toplumun kaderine bırakılmayacak kadar kıymetli bir gerçekliktir. Hiçbir zümrenin tek başına üstlenemeyeceği, hiçbir otoritenin tekeline giremeyeceği kadar geniş ve bütüncül bir varlık alanıdır. Bir coğrafyada problemler yaşanabilir, taraflar arasındaki çelişkiler derinleşebilir, insanlar birbirini anlamayı reddedebilir. Ancak öyle bir an gelir ki barış, kendisini gösterir ve ona temas eden herkes bu gerçeği fark eder. Çünkü barış; yalnızca çatışmanın yokluğu değil, varoluşun yeniden anlamlandırılmasıdır.
Barış gördüğümüz sıradan bir sonuç değil, insanların içsel hakikatiyle temas ettiklerinde doğan bir eşindir. Kıymetlidir, emanettir ve kimden gelirse gelsin sahiplenilmesi gerekir. Barışa hizmet eden her adım, her emek, her söz, her sessizlik kalıcı bir iz bırakır.
Barışın yalnızca içeriği değil, üslubu da dönüşümseldir. Üslup; kelimelerin ötesinde bir haldir. Barışın üslubu yumuşak, davetkâr, açıklık yaratan ve karşı tarafın varlığını tanıyan bir dildir.
Barışın üslubu: Yargılayan değil, anlama çabasıdır. Ayıran değil, birleştiren bir köprüdür. Sertlikte ısrar etmeyen, hakikati incelikle ifade eden bir duruştur. Dil sertleştiğinde çatışmanın kökü dilde büyür. Dil yumuşadığında barışın tohumu kelimelerin arasından çıkar.
Barışla Oluşturulan Yeni Kelimeler
Barış, yalnızca mevcut dili dönüştürmez; yeni kavramlar ve yeni kelimeler doğurur. Çünkü barış, hakikati genişlettiği ölçüde dilde yeni bir ufuk açar.
Barış Dilince diyebileceğimiz bu sözlük, geleneksel kavramları aşarak yeni anlam alanları oluşturur: Birleşim Alanı: Farklılıkların birbirini çoğalttığı ortak yaşam zemini.
Yakınlık Hâli: İnsanların birbirini duymayı tekrar öğrendiği bilinç.
Huzur Akışı: Toplumsal ilişkilerin şeffaf, sade ve güven veren hâle dönüşmesi.
İçsel Açıklık: Önyargı perdesinin kalktığı berraklık durumu.
Barış dili ortaya çıktığında kavramlar keskinliğini kaybeder, anlamlar yumuşar ve toplum yeni bir söz evrenine kavuşur.
Uzaklaştırıcı ve Koparıcı Edimlerin Ortadan Kaldırılması
Toplumsal barışın önünde iki büyük engel vardır: Uzaklaştırıcı davranışlar ve koparıcı söylemler. Bunlar ortadan kaldırılmadıkça yapılan her girişim eksik kalır. Barış, bir boşlukta filizlenmez; zihinsel, kültürel ve toplumsal temizlik gerektirir.
Bunun için: Ötekileştiren dil bırakılmalı, kimlikleri değer sıralamasına sokan zihin yapısı çözülmeli, haklılık savaşı” yerine “gerçekliği birlikte görme” bilinci yerleşmeli, kişisel öfkeyi kolektif yargıya dönüştüren alışkanlıklar kırılmalıdır.
Bu adımlar atılmadıkça barışın zemini kaygan kalır.
Barışın sahiplenilmesi kadar barışın hukukunun oluşturulması da esastır. Barış yalnızca iyi niyet değil, aynı zamanda kendine özgü bir düzen ve sorumluluklar bütünüdür.
Barışın hukuku: Herkesin üzerine düşeni yapmasını bekler. Sanatçının sanatla, bilim insanının bilimle, filozofun düşünceyle, siyasetçinin siyasetle katkı sunmasını zorunlu kılar. Barışın kurallarını, inceliklerini ve sınırlarını belirler. Barışı sürdürülebilir kılan etik omurgayı oluşturur.
Barışın hukuku, toplumun ortak vicdanına yaslanan bir adalet biçimidir; dünün acısını yarına taşımayan, fakat hakikati unutmayan bir denge sanatıdır.
Barışın ekonomik karşılığı, yalnızca savaşın yokluğuyla oluşan huzur ortamı değildir. Ekonomi; güven, istikrar, ortak üretim ve ortak refah üzerine kurulduğunda barış ekonomik bir değer hâline gelir.
Barışın ekonomisi üretim ilişkilerini güçlendirir, kaynakların adil dağılımını destekler, gelecek kaygısını azaltarak toplumsal dayanışmayı büyütür, toplumun zihnindeki kıtlık korkusunu yumuşatır. Ekonomi barışla bütünleştiğinde, toplumun her kesimi kendini değerli hisseder.
Her coğrafya kendi yaralarını, tarihini, belleğini ve yükünü taşır. Barışın coğrafyası ise yalnızca mekânı değil, mekânın içindeki insanların kader ortaklığını ifade eder.
Bu coğrafya ayrılmış bölgeleri, ayrı düşürülmüş halkları ve yapay sınırları aşan bir bilinçtir. Tarihten taşınan yüklerin neden bugüne aktarıldığını sorgulayan bir farkındalıktır. Ortak yaşamı, ortak acıyı ve ortak umudu görünür kılar. Barışın coğrafyası, mekânların değil, bilinçlerin birleştiği alandır.
Barışın gelişmesi için insanlar arasındaki temasın yeniden kurulması gerekir. Bunun için Barışın Sohbet Odaları dediğimiz alanlar önemlidir.
Bu odalar: gençlerin, kadınların, esnafların, akademisyenlerin, sanatçıların ve sivil toplumun bir araya gelerek hakikati konuştuğu yerlerdir. Çatışma yerine anlamayı, tartışma yerine dinlemeyi, önyargı yerine açıklığı koyar. Bir toplumun içsel demokrasisini genişleten nefes alanlarıdır. Sohbet varsa temas vardır; temas varsa barışın tohumu yeşerir.
Kimliklerin, İnançların ve Aidiyetlerin Barış İçindeki Yeri
Hiçbir barış girişimi, kimlikleri baskılayarak sürdürülemez. Kimliklerin özgürce var olduğu bir toplum, barışın en güçlü damarıdır.
Barış: Kimlikleri yok saymaz, onları görünür kılar. İnançları baskılamaz, onlara nefes alanı açar. Aidiyetleri küçültmez, onlara derinlik kazandırır. Kimlikler çatışmanın değil, zenginliğin kaynağı hâline geldiğinde barış kalıcılaşır. Çünkü kendini saklamak zorunda kalan hiçbir insan barışa tam olarak katılamaz.
Barışın gerçek zemini, insanların kendi içindeki dönüşümle başlar. İçsel barış olmadan toplumsal barış yalnızca bir temenni olarak kalır.
İçsel barışın başlangıcı: Zihnin sert kabuklarının çözülmesi, önyargıların gevşemesi, insanların kendini ve başkalarını yeniden görebilmesidir.
Bir insan barışa dönüşürse, ilişkilerine de barış taşır; ilişkiler barışa dönüşürse, coğrafya da barışa dönüşür. Ve barış böylece yayılarak her yeri sarar.
Barış, toplumların kendini yeniden kurma cesaretidir. Geçmişle hesaplaşmadan değil, geçmişi doğru anlamlandırarak geleceği kurma bilincidir.
Barış: Bir sorumluluk, bir bilinç açıklığı, bir ortaklık hâli, bir nefes, bir yöntem ve bir hakikattir. Barış herkesin görevidir; çünkü barış herkesin kaderidir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.