Kalabalığın İçinde Kaybolan İnsan
Zaman hızlandıkça, insan yavaşça siliniyor.
Bir çağın içindeyiz: kalabalıkların arttığı ama yüreklerin daraldığı, seslerin çoğaldığı ama anlamın azaldığı bir çağ. Sokaklar insan dolu ama kimse kimseye rastlamıyor. Göz göze gelmek artık eski bir alışkanlık, gülümsemek neredeyse bir yabancı dili konuşmak gibi.
Ve biz, her geçen gün biraz daha yalnızlaşıyoruz.
İnsanın yalnızlığı, sessiz bir çığlıktır aslında. Ama o çığlık, şehirlerin gürültüsüne karışır, kaybolur. Çünkü artık kimse duymaya, kimse anlamaya vakit ayırmaz.
Herkes bir şeyin peşindedir: daha çok para, daha yüksek makam, daha büyük güç…
Ve insan, kendi gölgesinin önüne geçmeye çalışırken, ruhunu geride bırakır.
Ne acıdır ki, bir ömür boyunca güç uğruna didiniriz; sonunda fark ederiz ki, elde ettiğimiz tek şey tükenmiş bir benliktir. Oysa güç, insanı büyütmez; sadece içindeki boşluğu büyütür.
Zenginlik arttıkça huzur azalır, kalabalık çoğaldıkça samimiyet eksilir.
Ve insan, kendi hayatının seyircisine dönüşür.
Mutluluğu hep ileride ararız.
Sanki yaşamak, ulaşılacak bir noktaymış gibi…
Oysa mutluluk bir hedef değil, bir hâl’dir —bir dostun omzunda, bir çocuğun kahkahasında, bir akşam sessizliğinde gizli bir anlık varoluş hâli…
Ama biz, hep koşarken kaçırırız o hâli.
Belki de mutluluk, koşanlara değil, duranlara görünür.
Geride kalan o “yaşanılamayan yaşantılar” aslında insanın gerçek mirasıdır. Bir tebessüm, bir teşekkür, bir dokunuş…
Zamanın içinde eriyip giden bu küçük şeyler, hayatın özüdür.
Biz ise hep büyük şeylerin peşine düşeriz; oysa anlam, küçüklüğün zarafetinde saklıdır. "Bir damla suyun içinde bütün bir deniz gizlidir ama göremeyiz, çünkü hep okyanusu ararız."
İnsanın trajedisi budur işte:
Dünyayı fetheder, ama kendi kalbini kaybeder. Küller içinde kalan bir ömür, geriye dönüp baktığında şunu fısıldar:
“Her şeye sahip oldum, ama kendime hiç sahip olamadım.”
Belki de yaşamın sırrı, hiçbir şeye yetişmeye çalışmadan yaşamayı öğrenmektir.
Durmak…
Sadece durmak, susmak, dinlemek, hissetmek. Çünkü bazen insan, sessizliğin içinde kendini ilk kez duyar.
Ve o anda anlar: Hayat, kazanmak için değil, dokunmak için var.
Kalabalıklar arasında kaybolmuş bir çağın ortasında, en büyük güç; hiçbir şeye yetişmeden, sadece orada olabilmektir.
Kendinle, sessizliğinle ve gerçekten yaşadığın bir anla...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.