Bêjdar Ro Amed

Bêjdar Ro Amed

ORTADOĞU AYNASI

ORTADOĞU AYNASI

Yaşamın Yaralı Kalbi: Ortadoğu

Dünya haritasına bakarken gözün hep aynı yere takılır. Çizgiler, sınırlar, lekeler… Her biri bir acının izi gibi. Ama Ortadoğu başka; orası insanlığın nabzının en hızlı, en sancılı attığı yerdir. Bir çocuk ağlasa sesi gökyüzüne değil, tarihe çarpar. Her nefesin içinde bin yıllık bir korku, her bakışta bir kayıp vardır. Bu topraklarda toz bile konuşur, taş bile bir şey hatırlatır. Yaşam burada kirlenmiştir. Yalnız toprak değil, anlam, duyu, nefes kirlenmiştir. İnsan yaşar ama yaşam onu taşımaz. Herkes bir şey arar ama kimse bulmak istemez. Çünkü bulmak demek, artık kaçamamak demektir.

Anlamın Çöküşü Ve Dilin Dağılması

Ortadoğu’da kelimeler yaralıdır. “Barış” dendiğinde silahlar parlar, “Tanrı” dendiğinde kan dökülür, “adalet” dendiğinde herkes susar. Her kelime, anlamını bir savaşta yitirmiştir. İnsan konuşur ama dil artık bir köprü değil, bir uçurumdur. İletişim kirliliği dedikleri tam da budur: herkes bağırır, ama kimse duymak istemez. Herkes bilir, ama kimse anlamak istemez. Gerçek bir kelimenin sessizliği, binlerce nutuktan daha gürdür ama bu topraklarda sessizlik, korkunun dili olmuştur. Oysa sessizlik, hakikatin nefesidir.

İnancın Yorgunluğu

Burada inanç bile yorgundur. Her dua, bir korkudan doğar. İnsan Tanrı’yı severken bile ondan korkar. Kutsal metinler dillerde çoğaldıkça kalplerde eksilir. Çünkü kalpler betonla kaplanmıştır; orada artık yankı yoktur, yalnızca gürültü vardır. Tapınaklar büyüdükçe ruh küçülür. İnsan ibadet eder ama huzur bulmaz, çünkü ibadet korkunun tekrarı olmuştur. Ortadoğu’da inanç, birleştirmek yerine bölmüştür. Herkes Tanrı’yı kendine çekmek ister; oysa bu tür ‘oyunlar’, kendine yaklaşanı bile yakar.

Devletin Karanlığı Ve Kimliğin Çürüyüşü

Devletler burada demirden bir zihin gibidir. Soğuk, sert ve unutkan. Her biri halkını korumak için kurulduğunu iddia etmiştir ama en çok da halkını tüketmiştir. İsrail korkudan, İran inattan, Türkiye bölünmüşlükten, Irak yıkımdan, Suriye ihanetten, Lübnan sessizlikten beslenir. Hepsi aynı dramın farklı yüzleridir. Devlet bir zamanlar sözde insan içindi; şimdi insan devlete gerekçe olmuştur. Kimlik, bir ruh değil bir zırhtır artık. Herkes bir kimlik taşır ama kimse kendini bilmez. Çünkü kimlikler büyüdükçe insan küçülür.

Direnişin Körleşmesi

Örgütler doğar; adalet ister, özgürlük ister, ama sonunda onlar da devletin yansımasına dönüşür, gölgesini taşırlar. Sol da, sağ da, inanç eksenli olanlar da aynı lanetle doğar: bastırılmış bir ruhun öfkesiyle. Özgürlük ararken yeni zincirler örerler; çünkü farkında olmadan devleti içlerinde taşırlar. Her kurşun, aslında bir bilinçsizlik parçasıdır. İnsan özgürlüğü bile yanlış anladığında, kendi zincirini kendisi örer. Direniş, bilinçsiz olduğunda, yalnızca öfkenin başka bir adıdır.

Ortadoğu Aynaları

Türkiye, bu kargaşanın tam ortasında, hem yansıması hem yankısıdır. Ne Doğu’yu bırakabilmiş ne Batı’ya ulaşabilmiştir. İki bilincin arasında sıkışmış bir ruh gibidir. Modernleşme gövdesine dokunmuş ama zihnine ulaşamamıştır. Cumhuriyet bir ideali haykırmış ama ruhu terbiye edememiştir. Bu yüzden Türkiye’nin caddelerinde hâlâ tarih yürür; eski korkular, eski nefretler, eski kimlikler. Her seçim bir savaş, her fikir bir tehdit, her inanç bir sınavdır. Oysa bu ülke kendi bilincini açarsa, Ortadoğu’nun kalbini iyileştirebilir. Çünkü Türkiye’nin görevi savaşmak değil, görmektir.

İran, bilmenin külleriyle öfkenin alevi arasında yanar. Kadim bir ruhun modern korkularla kuşatılmış hâlidir. İmanla iktidar birbirine karıştığında, bilgi ve bilme dogmaya dönüşür. Oysa İran’ın özü, yanarak arınmayı öğretir; eğer ateşini kutsallıktan özgürlüğe çevirebilirse, Ortadoğu yeniden nefes alabilir.

Arabistan, petrolün parıltısında kaybolmuş bir çöldür. Tanrının sözüyle ticaretin dili birbirine karışmıştır. Zenginlik artar ama anlam eksilir. Oysa çölde hâlâ bir hakikat yankılanır: Sessizlik, yaşamın ve özgürlüğün ilk sesidir. Arabistan bunu hatırladığında, zenginliğini bilgelikle tartabilir.

Suriye, yıkıntılarının içinde kendi sesini arıyor. Her şehir bir hafızanın mezarlığına dönüşmüş. Ama küllerin altında hâlâ insan kalıyor: konuşmak, sevmek, yeniden kurmak isteyen insan. Eğer o insan ayağa kalkarsa, Suriye yeniden doğmakla kalmaz, dünyayı yeniden fark etmeye zorlar.

Irak, petrol kuyularında boğulan bir tarihtir. Her mezhep, bir geçmiş parçasını tutar elinde. Ama bir ülke, sadece geçmişin değil, affın da vatanı olduğunda özgürleşir. Irak bunu öğrendiğinde toprağı yeniden nefes alır.

Lübnan, yıkımla güzelliğin yan yana yürüdüğü bir ruhtur. Şarapla kanın, müzikle acının iç içe geçtiği bir ülke. Her patlamadan sonra yeniden doğar çünkü hayatta kalmak onun tek geleneğidir. Eğer bir gün sessiz kalabilirse, bilgelik oradan da konuşacaktır.

Mısır, uyuyan bir devdir. Piramitler kadar görkemli, ama halkının suskunluğu kadar yorgundur. Firavunların gölgesi hâlâ modern sarayların duvarına düşer. Oysa Nil’in sesi şunu fısıldar: Gerçek özgürlük, taşta değil bilinçte yükselir.

İsrail, insanlığın hem bilgeliğini hem trajedisini taşır. Temel öneri ve sorgulama şu olabilir: İnsanlık, kendini ve insan özünü yitirerek kaybetti; oysa İsrailler ve İsrail’den çıkan öncüler, bu gerçeği hep dışarıda aradılar. Peygamberlerin sesiyle başlayan geleneği, özgürlüğün ve aklın yankılarını taşıyan Spinoza gibi felsefenin özgün sesleri, Freud gibi bilincin derin analizcileri, Marx gibi devrim teorisyenleri, Einstein gibi bilim öncüleri, Amos Oz gibi edebiyatın derin gözlemcileri, Arendt gibi siyasetin bilge bakışları, Herzl ve Ben-Gurion gibi modern vizyonerler bu topraktan çıkmıştır. Hem devletli hem devletsiz olmanın, hem sürgünün hem acının halkıdır. Fakat en derin yarası, kendini her şeyin üstünde, özel yaratılmış bir halk olarak görmesidir; kendine dönüp insan olmanın ve eşitlik bilincini keşfetmenin önündeki engelleri görememesi, trajedisini derinleştirir. Oysa İsrail bu gerçeği görüp kendine döndüğünde, ortaya çıkacak enerji düzeyi yüksek bir aydınlanma dalgası yaratır; kendi bilincinin derinliklerinde insan olmanın özünü keşfettiğinde, dünyaya ışık saçacak bir bütünlük hâline gelir.

Bilinçsizliğin Enerjisi Ve Tükenişin Yasası

İnsan enerjisini anlamadığında savaşır. Toplum enerjisini kirlettiğinde çöker. Bilinç bir enerji biçimidir ve Ortadoğu’nun enerjisi uzun zamandır düşüktür. Her savaş, her baskı, her yasak, her yalan bu enerjiyi biraz daha tüketmiştir. Artık bu bölge ne fark edebiliyor ne hissedebiliyor. Bir uyuşukluk hâli, bir kronik yorgunluk. İnsanlar yaşadıklarını zannediyor ama aslında yalnızca hayatta kalıyorlar. Oysa yaşam, yalnızca nefes almak değildir. Yaşam, farkına varmakla başlar.

Zeka Ve Hakikatin Siyaseti

Belki de artık gören bir zeka doğuyor. Eski siyaset bitti çünkü eski zihin tükendi. Yeni bir görme ve bilinç gerekiyor; savaş yerine sezgiyle, korku yerine açıklıkla, iktidar yerine hakikatle hareket eden bir bilinç. Gerçek anlamıyla gören insan, halkını yönetmez, onu kendine döndürür. Gerçek güç, bastırmak değil, fark ettirmektir. Siyaset artık bilme ve deneyim oyunu değil, bilinç ve zeka çalışmasıdır. Devletin görevi artık korumak değil, önce kendisinin ne olduğunu fark etmek ve bunu iyileştirmektir. Çünkü bir ülke, halkının bilinci kadar özgürdür.

Görme Hakikatinin Güzelliği

Belki de Ortadoğu’nun bütün bu çığlığı bir doğum sancısıdır. Belki insanlık yeniden burada doğacak ama bu kez kanla değil, farkındalıkla. Yeni bir çağ başlıyor: farkındalık ve dikkat çağı. Görme ve dinleme çağı, kendini bilme ve içsel rehberlik çağı, empati ve sorumluluk çağı, ciddiyet çağı… Her çağ bir öncekini besliyor, derinleştiriyor; insanlar önce kendi içine, sonra birbirine kulak veriyor.

Bu çağda dinler sessizleşecek, ideolojiler çözülüp toprağa karışacak, devletler kabuk değiştirecek. İnsan, yeniden yaşamın özünü hatırlayacak: her şey bir bütündür. Belki o gün geldiğinde hiçbir ulus “ben” demeyecek, yalnızca “biz” diyecek. Çünkü hakikat bölünmez. Ve belki o zaman Ortadoğu, insanlığın mezarı değil, yeniden doğuşun rahmi olacak. Siyaset özgür zeka ve yaratıcı bilinçle konuşacak.

Hakikat İçin Sessizlik

Bir yerde artık kelimeler yetmez. Çünkü kelime dediğin, zihnin çocuğudur; zihin sustuğunda yalnızca gerçek olan kalır. Ortadoğu’nun çığlığı da bir gün susacak. Ne tank sesi, ne savaş, ne slogan, ne de zihnin gevezeliği kalacak. Sadece çıplak bir sessizlik. Ama bu sessizlik ölümün değil, uyanışın sessizliğidir. İnsan o anda anlar: bütün savaşlar aslında kendi içindeydi. Her devlet kendi korkusunun yansımasıydı. Her inanç, bir trajedinin yankısıydı. Her ideoloji, hakikatten kopmuş bir gölgeden ibaretti. Sessizlik, insanın kendi kalbine ilk kez kulak vermesidir. O kalp ki binlerce yıldır korkuyla dövülmüş, hırsla kirletilmiş, umutla kandırılmıştır. Şimdi o kalp yalnızca bir şey ister: özgür ve kendi (insan) olmak. Ama özgürlük artık bir bayrak değil, bir bilinçtir. Ne bir ülkeye, ne bölen bir dine, ne bir fikre bağlıdır. Özgürlük, insanın kendi varlığını fark ettiği o tek andır. Belki bir gün Ortadoğu’nun dağlarında savaş değil, farkındalık yankılanacak. Belki bir gün Kudüs’te bölen sesler değil, derin bir sessizlik yükselecek; çünkü özgürlük zaten orada, her şeyin içindedir. Ve o zaman dünya ilk kez nefes alacak. Çünkü hakikat gürültüyle değil, sessizlikle duyulur. İşte o gün geldiğinde, köleliğin ve kendini kaybetmenin her türlüsü bitecek ve özgür bilinç doğmuş olacak.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bêjdar Ro Amed Arşivi
SON YAZILAR