Türk ve Kürdün kardeşliği olmazsa ikisine de akıbet yoktur
Selim KAPLAN
Ve Azrail Sayın Devlet Bahçeli’ye göründü ve dedi ki: Sana üç vakte kadar mühlet, ya bu Kürt meselesini halledersin, ya da daha uzun yıllar senin ruhunu almam, dünyada dertlerinle yaşamaya devam edersin.
Dünyanın derdi canına tak etmiş Sayın Bahçeli, Azrail’in resti karşısında, Meclisin açılış gününde, DEM Parti sıralarına yönelerek, Milletvekillerinin ellerini sıkar, bu olaydan 26 gün sonra da Partisinin grup konuşmasında, yıllardır terörist ve bebek katili olarak itham ettiği Abdullah Öcalan’ı TBMM çatısı altında konuşmaya davet eder.
Süreç hızla ilerler; heyetler oluşturularak İmralı ziyaretleri başlar, Abdullah Öcalan örgütünün silahları bırakmasını ve kendisini fesih etmesini ister. Örgüt, Kurucusunun çağrısına uyarak, kongresini toplar ve kendini fesih ettiğini bildirir.
Her şeyin bu kadar basit olmadığı, sürece ilişkin senaryoyu Sayın Bahçeli ve O’nun yol arkadaşlarının yazmadığı detaylarda vardır!
Sürece ilişkin birinci önemli detay, Örgüt’ün kendi fesih kararında vurguladığı ve bir kısım milliyetçi ve ulusalcının tansiyonunu yükselten, Lozan vurgusudur!
Bunun için Temmuz 1923 tarihinde imzalan Lozan Antlaşmasına bir göz atalım. Antlaşma ile ilgili görüşmeler yapılırken, bir tarafta Britanya İmparatorluğu, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Sırp-Hırvat- Sloven Krallığı var iken diğer tarafta TBMM Hükümeti vardır. Görüşmelerde ABD taraf olmayıp gözlemci statüsündedir. Lozan antlaşması, imzalandıktan sonra, bir istisna dışında (!), bir yıllık süre içinde taraf devletlerin parlamentolarında onaylanmış ve yürürlüğe girmiştir.
Bu istisna ABD’dir.
Lozan Antlaşması, imzalandıktan sonraki üç yıl boyunca, ABD kamuoyu ve parlamentosunca tartışılmış ve Antlaşmanın ABD tarafından onayı anlamına gelen, Türkiye - ABD Lozan antlaşmasının teatisi (Turkish - American Treaty of Lausanne) yasa teklifi 18 Ocak 1927 tarihinde ABD Senatosu tarafından reddedilmiştir!
Şunu da belirtmekte yarar var ki, ABD’nin Lozan’ı kabul etmemesinin nedeni Kürtler değil, Ermeni ve Rum lobilerinin Anadolu’daki Ermeni ve Rumlarla ilgili beklentilerinin, antlaşmada yer almamış olması ile ilgilidir.
Kanaatimizce; yaklaşık yüz yıl önce Lozan hukukunu parlamentosunda kabul etmeyen zihniyet, bu gün kendisinin yönettiği (!) sürecin ilk maddesine de, Lozan antlaşmasını kabul etmezük şartını koymuştur! Bunun Kürtlerin şartı olmadığının açık göstergesi, Lozan’dan 1925 Şeyh Sait isyanına kadarki iki yıllık süreçte, Kürtlerin yeni devlete herhangi bir kalkışmasının olmamasıdır.
Sürece ilişkin ikinci önemli detay 1924 Anayasası ile ilgilidir!
1071 Malazgirt, 1514 Çaldıran, 1877 - 78 Rus savaşı, 1914 Birinci Dünya savaşı ve 1919 - 1922 Kurtuluş Savaşları ile bin yıllık süreçte, Türklerle kader birliği yapan Kürtler’in, 1924 Anayasasının 88’nci Maddesinin “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle Türk ıtlak olunur.” ifadesi ile binlerce yıldır yaşadıkları coğrafyada yok sayılmalarıdır.
Hâlbuki 1919’daki Amasya protokollerinde ifade edilen “Osmanlı Devleti’nin tasavvur ve kabul edilen sınırı Türk ve Kürtlerle meskûn olan araziyi ihtiva eylediği…” siyasetinden başlayarak, Cumhuriyetin ilanına kadarki bütün kongre ve toplantılarda, yeni devletin sınırlarının “ Türk ve Kürtlerin bulunduğu coğrafyadan oluştuğu” vurgulanmış ve nihayetinde 1921 Anayasasının 23 maddesinin yaklaşık 14 tanesinde de yerel muhtariyetlerden, yani Türkler ve Kürtlerin tek vatan altında, çoğunlukta bulundukları coğrafyalarda egemenliklerinden söz edilmektedir.
Ancak 1919’dan itibaren, işgal altındaki vatan topraklarının bağımsızlığı için kader birliği yapmış ve bunu 1921 Anayasası ile belgelendirmiş Türk - Kürt kardeşliğinin, 1924 ve sonraki yasa ve anayasalar ile Kürtlerin inkârı üzerine kurularak bozulması, Kürtlerin tepkisi ve Cumhuriyet tarihindeki 25 kalkışmalarına neden olmuştur.
Bu inkârın belki de en açık ifadesi, zamanın Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt’un sözlerinde yer almıştır. Bakan Bozkurt 18 Eylül 1930’daki söyleminde: “Benim fikrim, kanaatim şudur ki, bu memleketin kendisi Türk’tür. Öz Türk olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır, hizmetçi olmak, köle olmaktır!” demiştir.
Kürtlerin Türkler ile kardeşliğinin belki de en güzel örneği, Kürt asıllı bilim adamı ve siyasetçi Bitlisli İdris Bey’in, dönemin Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim’e, 1515 yılında yazdığı mektuptur.
Bu mektupta İdris Bey şöyle der:“…Diyarbekir ve civarındaki mazlum Müslümanlar devletinizin hizmetine taliptir. …Kürt beldelerinin Devlet-i Aliyye’ye iltihakı (dâhil edilmesi) İstanbul’un fethini tamamlayacak kadar önemlidir. Çünkü bu bölgenin ilhakıyla (Osmanlı’ya katılmasıyla) Bağdat, Basra, Azerbaycan ile Halep ve Şam’ın yolları da açılmış olacaktır…”
Yavuz Sultan Selim’de cevabi mektubunda özetle; “...Mektubun tarafıma ulaşmıştır. Diyanet, emanet, sadakat ve istikametinle Diyarbekir vilayetinin fethine sebep olduğun bildirilmiştir. Yüzün ak olsun…” der.
İdris Bey’in çabaları sonunda, çok kısa sürede ve kan dökülmeden, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Osmanlı Devleti idaresine girmiş, hicazın yolu açılmış ve 1517’de Hicaz Osmanlı topraklarına katılmıştır.
Tarih, yaşadığımız coğrafyada, Türk ve Kürt ittifakının eşitlik temelinde var olduğu 1071 yılından 1924 yılına kadar, hiçbir Emperyal gücün Anadolu coğrafyasında emellerine ulaşamadığını göstermiştir.
Aksi durumu ise yine Bitlis’ten, Bitlis Milletvekili Yusuf Ziya Bey, 1925’te idam edilmeden iki yıl önce, 6 Mart 1923’te, Ankara’daki Millet Meclisi’ndeki sözleri ile çok güzel tarif ediyor: “Türk’le Kürt teşrik-i mesai (işbirliği) ederek yaşamazlarsa, ikisi için akıbet yoktur. Bu nedenle, herhangi biri, diğerine ihanet ederse, ikisi için de akıbet yoktur…” Bu konuşma Meclisteki Milletvekilleri tarafından ayakta alkışlanmıştır!
Yirminci yüzyılda Ülkemizi ulusalcı ve sosyal demokratlar yönetmiş, yirmi birinci yüzyılda da milliyetçi ve muhafazakârların yöneteceği görülmektedir. Türk ve Kürt kardeşliğinin olmayacağı 22’inci yüzyıl Türkiye’sinde ne ulusalcı ve sosyal demokratların, ne de milliyetçi ve muhafazakârların iktidarda olamayacakları ihtimali yüksektir.
Ekim 2024’te kamuoyu ile paylaşılan barış sürecinin, detaylarındaki mesajların farkında olunması ile başka da devletlerin etkisi olmaksızın, memleketin değerli evladı Sırrı Süreyya Önder’in ana fikri ile Türk’le Kürdün teşrik-i mesaisi içinde değerlendirilmesi, varlığımız, istikbalimiz ve kardeşliğimizin devamı için çok önemlidir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.