Mustafa Nesim Sevinç

Mustafa Nesim Sevinç

Büyüyünce Geçmeyen Yalanlar

Büyüyünce Geçmeyen Yalanlar

Yıllar önce bir çocuk psikoloğundan duymuştum:

“Çocukların 11 yaşına kadar yalan söylemesi normaldir. Ama bu davranış 11 yaşından sonra devam ediyorsa, üzerine düşünmek gerekir.”

Çocuklarda yalan, bilişsel gelişimin doğal bir parçasıdır.

Bilimsel araştırmalar — özellikle Talwar & Lee’nin çalışmalarına göre — çocuklar 2-3 yaşlarından itibaren gizlice yaptıkları bir şeyi inkâr etmeye başlar.

Zamanla bu yalanları daha tutarlı ve inandırıcı hale getirirler.

4 ila 11 yaş arasında görülen “nezaket yalanları”, yani bir hediyeyi beğenmemesine rağmen beğenmiş gibi davranmak, empati ve duygusal farkındalıkla doğrudan ilişkilidir.

Ama 9-11 yaş arasında söylenen yalanlar, dürtüsellik ve kişisel çıkar temelli hale geldiğinde, artık “doğal gelişim” olmaktan çıkar.

Yani 11 yaş sonrası hâlâ yalan söyleyen bir çocuk artık masum değildir; bu, bir uyarı işaretidir.

Sonra düşündüm.

Sonra bir daha düşündüm.

Sonra ülkenin hâlini düşündüm.

Ve kendime şu soruyu sordum:

“Bizde neden bu kadar çok 11 yaşını geçmiş ama hâlâ gönül rahatlığıyla yalan söyleyebilen insan var?”

Biraz siyaset sahnesine bakınca cevap hemen geliyor.

Üstelik bu yalanlar, çocuklarınkinden çok daha yaratıcı:

· “Hiç olmadı öyle bir şey!”

· “Görmedim, duymadım, bilmiyorum…”

· “Asla zam yapılmadı, sadece güncelleme…”

· “Muhalefet beceriksiz ama biz mükemmeliz!”

Hepsi, 11 yaş sonrası anlatılan masallar kategorisinde.

Tam da burada Behçet Kemal Çağlar’ın yıllar önce yaptığı o küçük ama unutulmaz oyunu hatırladım.

Bir konferansta “Yalan” üzerine konuşma yaparken, salondakilere sorar:

“Tevfik Fikret’in son şiiri olan ‘Yalana Övgü’yü okuyan var mı?”

Kalabalığın yarısı elini kaldırır.

Çağlar gülümser:

“Harika, doğru yere gelmişim. Çünkü Tevfik Fikret’in öyle bir şiiri yok!”

Bugün bir siyasetçiye sorsanız, aynı rahatlıkla şöyle der:

“Halk hiç bu kadar refah içinde olmamıştı.”

Tıpkı “Yalana Övgü” şiirini okuduğunu sanan o kalabalık gibi.

Ama fark şu: Bu kez yalanı kendileri yazıyor, sonra da kendileri okuyup inanıyorlar.

Yalanın yaş sınırı olur mu bilmem ama bazıları büyüyünce daha inandırıcı yalan söylemeyi marifet sanıyor.

Bir çocuk ceza almamak için yalan söyler; bir siyasetçi oy kaybetmemek için.

Çocuk, yalan söyledikten sonra vicdan azabından uyuyamaz;

Siyasetçi ise derin bir uyku çeker, çünkü onun vicdanı anketlerde ölçülür!

İktidarıyla muhalefetiyle fark etmiyor.

Bir taraf yalanı söylüyor, diğeri o yalanı duyup susturmayı tercih ediyor.

Yani mesele sadece yalan söylemek değil:

Yalana ortak olmak, onu alkışlamak, yaymak, tekrarlamak.

Adeta kolektif bir şiir çalışması gibi:

“Yalana Övgü – Toplumca Yazıldı.”

Çocukken duyduğumuz yalanlara güler geçerdik.

Ama büyüyünce, hele ki yönetenler söylüyorsa, o yalanlar hayatımıza dokunur: faturamıza, vergimize, oyumuza, umudumuza.

Çocuk yalan söylerse “büyüyünce düzelir” deriz; ama büyüyüp hâlâ yalan söylüyorsa,

demek ki çocuk kalmak bazen daha erdemlidir.

Dünya siyasetinde de örnek çok:

Donald Trump, 2024 kampanyasında tek bir basın toplantısında 160’tan fazla yalan ve çarpıtma söyledi.

Boris Johnson, Brexit kampanyasında “Haftada 350 milyon sterlin NHS’e gelecek” diyerek tarihe geçti — yalanın post-truth sembolü olarak.

Rusya’nın “Yalan Yangın Hortumu” (Firehose of Falsehood) modeli, gerçeği boğmak için sürekli, hızlı ve tekrarlı yalan üretmeye dayanıyor.

Ve Galler Parlamentosu, “Siyasette yalan söyleyenler görevden alınabilsin” diye yasa tasarısı sundu.

Demek ki bazı yerlerde hâlâ, doğru söylemenin siyasi maliyeti, yalan söylemenin kârından büyük.

Küçük yaşta yalan, bilişsel gelişimin parçası olabilir.

Ama siyasette yalan, ekonomiyi, adaleti ve güveni çürütür.

Bir çocuk “ödevimi yapmadım ama öğretmenim…” der,

bir siyasetçi “bütçe dengede, işsizlik düşüyor” der.

Ve ikisinin de hikâyesi, gerçeklerle çelişir.

O çocuklar büyüdü.

Ama yalanları da onlarla birlikte büyüdü.

Bugün yalan, siyasetin en etkili yönetim biçimine dönüştü.

Siyasette yalan söyleyenlere güvenoyu değil, hesap sormak gerekir.

Tıpkı Galler’in yapmak istediği gibi.

Çünkü toplum olarak, yalan ödüllendirildikçe bu kültürü hep birlikte besliyoruz.
Bu kısır döngüyü kırmak için:

  • Medya, yalanı ifşa etmeli.
  • Halk, gerçeğe talip olmalı.
  • Siyaset, hesap verebilir olmalı.

Belki de mizahla karışık bir öneri işe yarar:

“Yalan beyan veren siyasetçilerin puanı düşsün, STEM notuna eklensin.”

Çünkü bir toplum, yalana çocuklukta sınır koymuyorsa;

büyüyünce bu alışkanlık, siyasetin bağışıklığı olur.

Ve sonunda yalnızca çocuk değilizdir:

Küçük yalanların peşinde koşan büyümüş çocuklara dönüşürüz.

[email protected]

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Nesim Sevinç Arşivi
SON YAZILAR