Şeyhmus DİKEN

Şeyhmus DİKEN

Evrim Alataş…

Evrim Alataş…

 

 

Gazetecilikte ve yazarlıkta eli kalem tutanın kendine has bir dilinin olması kolay değil. Evrim Alataş genç yaşında bunu başarmış iyi kalemlerden birisiydi. Kendine has ironik ve mizahi bir dili vardı. Bu, yazdığı metinlerine de yansıyordu. O denli yansıyordu ki, imzasını atmadan metnini okuduğunuzda "Bu yazı, Evrim Alataş'ın kalemi gibi!" diyebilirdiniz.

 

Ben Evrim'i Özgür Gündem Gazetesinin eklerinden sorumlu olduğu günlerden beri tanırım. O yıllarda henüz ruberu görüşmemiş, telefon ve elektronik posta üzerinden haberleşiyorduk. Benden "Gündem" eki için arada bir yazı istiyordu. Ben de yolluyordum ve yayınlanıyordu. Editörlüğü bihakkın yapan bir gazeteciydi.

Sonra bir gün Diyarbakır'da bir program arasında tesadüfen ayaküzeri bir grup içinde sohbet ederken sordum. "Siz, nereden" diye! Çaktı, hazırdaki cevabını: "Sizi ameliyat eden doktorunuzun eşiyim".

Bastım kahkahayı. Biliyordum, beni bypas ameliyatı yapan kalp damar cerrahı Fikri Kutlay'ın eşiydi Evrim Alataş. "Ya hu" dedim "Niye 'ben Evrim Alataş'ım' demiyorsun da doktorumu öne atıyorsun" diye de ekledim.

 

Sonra Diyarbakır'da daha sıkça görüşmeye başladık. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesinin her yıl Mayıs ayı sonları ile Haziran başlarında düzenlediği "Kültür, Sanat Festivalleri"nde düzenleme komitesinde daha çok da festival gazetesinin hazırlanmasında kısmen de program düzenlemesinde çalışıyordu Evrim. İşte o festival gazetelerine de Evrim'in isteği üzerine epeyce yazı yazdım, anımsıyorum.

Tam da o yıllarda "Mayoz Bölünme Hikâyeleri" kitabı çıktığında üzerine konuşmuştuk ve Evrim'in gerçekten kendine has yazı dilinin giderek oturduğu inancım pekişmişti.

Sonraki yıllarda, adeta Diyarbakır'a yerleştikten sonra arada bir Yeni Özgür Politika Gazetesinde yazıları çıkmakla birlikte; sırasıyla Radikal İki ve Evrensel gazeteleri ile Esmer dergisinde, daha sonra da BirGün Gazetesinde yazı hayatını sürdürdü.

Son bir yıl içinde de “Taraf yayın organı”nda yazarken giderek netleşen ve siyasal olarak da duruşunu öne çıkaran bir kalem ve aydın profili sergiliyordu.

Anı-anlatı diyebileceğimiz "Her dağın gölgesi Deniz'e düşer" kitabı Evrim Alataş'ın artık hastalık sürecinin beklenen ve hep ötelenen kötü sona, ölüme yakınlığının son demlerinde ortaya çıkan ve Evrim'in hayata dair daha fazla tutunmasını ve direnmesini tetikleyen bir çalışma olmuştu.

Epey de ses getirmiş birkaç baskı yapmış, televizyon ve gazetelerde röportajları çıkmıştı. Ben de "Yolu Yarım Kalanların Hikâyesi" başlığıyla bir yazı yazmıştım. Kendi internet sitesine de yazıyı koymuştu.

Yazar taifesinin birbirini desteklemesi gibi, çatıştığı noktalar da vardır elbette. Bir defasında "Diyarbakır Kırıkları" üzerine bir yazı yazmıştı. Kırıkları öteleyen bir yazıydı, sevmemiştim. Evrim'in adını ve yazısını telaffuz etmeden ben de kendi “kırık” bakışımı ifade eden bir yazı yazmıştım "Kırıklar" hakkında.

“Min Dît” filmini izlediğimde o son yazısına konu olan ve "Filmi beğenmeyen" Kürtlerden biri de bendim. Ama hasta yüreği incinir ve kırılmasın diye açıkçası içimden geçmesine rağmen film üzerine yazmadım ve yazmayı da hep erteledim.

Düşünüyorum şimdi ve "iyi ki yazmamışım" diyorum kendime. Yazsaydım eğer hemen o son yazısının üzerinden bir hafta geçmeden ölümü beni vicdanen yaralardı, ifade edeyim.

Diyarbakırlı olmamasına rağmen Diyarbakır'ı kalıcı mekân ve mesken seçmesi çarpıcı ve cesur bir tercih olmuştu. Tıpkı ömrünün son deminde Mehmed Uzun'un Diyarbakır'ı seçmesi gibi. Evrim de kanserdi ve sonunu biliyordu. Ve yine sanırım bu nedenle Diyarbekir'i yerleşme mekânı olarak seçmişti. Zaten kardeşi Mukaddes de cenazesinin başında buna dikkat çekerek "Kendisi gelmekle kalmadı hepimizi Diyarbakır'a taşıdı" derken biraz da buna işaret ediyordu.

Çok sıkı bir kalem, gelecek vaat eden, güçlü metinler yazıp paylaşabilecek ve yazmayı profesyonel manada iş edinen az sayıdaki kalem erbabından biriydi...

Ece Ayhan diyor ya!

"Buraya bakın burada / Bir teneffüs daha yaşasaydı / Tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür / Devlet dersinde öldürülmüştür.

Devletin ve tabiatın ortak ve yanlış sorusu şuydu: / -Maveraünnehir nereye dökülür? / En arka sırada bir parmağın tek ve doğru karşılığı: / -Solgun bir halk çocukları ayaklanmasının kalbine!dir."

 

Diyarbakır, sadece siyasetçilerine değil, yazarlarına, aydınlarına da değerini veren ender şehirlerden biri. Evrim'e de vefa borcunu ödedi. Binlerle ve sloganlarıyla toprağına uğurladı.

Cesur ve direngen halk çocuklarının kalbine gömülen diğer tüm arkadaşlarımız gibi Evrim Alataş'ın da ruhu şad, toprağı bahtiyar olsun…

Not: Bu yazımı Evrim Alataş’ın ölümünden sonra 17 Nisan 2010’da yazmıştım. Altıncı ölüm yıldönmünde paylaşmak istedim.

Şeyhmus Diken

12.Nisan 2016 Diyarbekir

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Şeyhmus DİKEN Arşivi
SON YAZILAR