Kafesin içinde barış
Psikolojide “Tavuk Kafesi Sendromu” diye bir tanım vardır. Kafeste yaşayan tavuklar, zamanla özgürlüğü unutur, hatta kafesin dışına çıkma imkânı sunulduğunda bile içeride kalmayı dövülmeyi tercih ederler. Çünkü dışarısı bilinmezliktir; içeride ki alışkanlık, acı verse bile tanıdık olan, bilinmeyenden daha güvenlidir.
Türkiye siyaseti bu tanımı duyunca gururlanmıştır herhalde: “Aaa bak bizim seçmen profili anlatılıyor burada!” Çünkü bizde halk, politik kafesin içinde yaşamaya o kadar alışmış ki... Kafesi açsan bile önce tedirgin olur, sonra birileri “dışarısı bölünme”, “dışarısı terör” der, sonra da halk kapıyı itelemek yerine dua etmeye başlar: “Ya Rabbi, bizi bu tel örgülerle imtihan et!” Zamanla içindekiler için konforlu hale gelen, fakat asla gerçekten özgür olmayan bir yapı da olan Türkiye’de her barış umudu doğduğunda, bir grup "güvenlikçi abi" hemen sahneye fırlar:
- "Barış mı? Olmaz öyle şey! Biz yüz yıllardır savaşıyoruz, şimdi mi barışacağız?"
- "Kürt sorunu yoktur, terör sorunu vardır!" (Ama nedense bu "terör sorunu" 40 yıldır çözülemiyor, garip değil mi?)
"Körü Körüne Statükocular" için değişim, bir tür kıyamet alametidir:
- "Yok, efendim, anadilde eğitim olursa Türkiye bölünür!" (Ama İngilizce özel okullarda çocuklarını okutanların hiçbir itirazı yok, ilginç!)
-"Özerklik mi? O da neymiş? Biz merkeziyetçi devletiz, her şey Ankara’dan yönetilecek!" (Sonra Diyarbakır’daki bir çöp kovası için bile Ankara’dan izin bekleniyor.)
Tavukların iç savaşı: "sen çıkma, ben çıkmayayım"
Türk ve Kürt siyasetçileri bazen aynı kafeste iki tavuk gibi davranıyor:
- Türk siyasetçi: "Barış istiyoruz ama PKK silah bıraksın önce!"
- Kürt siyasetçi: "Biz de istiyoruz ama devlet önce demokratik adım atsın!"
Bazıları kapıya doğru bir adım atıyor, sonra "Acaba?" diye duraksayıp geri çekiliyor. Arada birileri "hadi artık yeter!" dese de, kafesteki diğer tavuklar hemen "dur, dışarıda kedi var!" diye panik yaratıyor.
- "Kürt sorunu yoktur" diyenlere: "Peki, o zaman her sabah TRT’de neden ‘Bu bölümde Kürt sorununu konuşmayacağız’ anonsu yapılıyor?"
- "Anadilde eğitim ülkeyi böler" diyenlere: "İsviçre 4 dil konuşuyor da, hâlâ bir arada. Biz 2 dille mi bölüneceğiz?"
"Peki ne yapılmalı?"
- Devlet, "terörle mücadele" yerine "insanla barışma" moduna geçmeli.
- Savaş ekonomisinden beslenenler için yeni bir iş alanı: Barış Endüstrisi!
"Eski kontrgerilla ajanları artık yoga hocası olacak. ‘Stres atın, barış için nefes alın!’ diye reklam yapacaklar."
Barış Kapısı ve Kapanan Umutlar
Peki, bu kafesin “barış kapısı” hiç mi açılmadı? Açıldı elbet, ama biraz parmaklıklar arasından... Kimileri kapıya doğru yürüdü, kimileri korkuyla geri çekildi.
2009’da Oslo’da devlet yetkilileriyle PKK temsilcileri gizli gizli buluştu. Norveç soğuğunda başlayan sıcak görüşmeler, Türkiye kamuoyuna sızınca ortalık karıştı. “Ne yani, devlet teröristle mi konuşurmuş?” dediler.
Devletin cevabı nettir: “Konuşan biz değiliz, İsveçli biri o.”
Hatta ses kaydı bile çıktı ama halk olarak çok rahatız: "Yok canım, sesi benzetmişlerdir."
Ama süreç, tıpkı açılan kafes kapısının kısa sürede tekrar kapanması gibi, yarıda kaldı. Üstelik bu sefer kapanan kapı daha kalın, daha sert ve daha güvenlikliydi.
Sonra geldi 2013…
“Çözüm Süreci” adını verdik. Bir gün baktık, Diyarbakır meydanında “megri megri” eşliğinde kucaklaşmalar oluyor. Herkes umutlu, barış eli kulağında.
Sonra ne oldu?
2015’te Dolmabahçe Sarayı’nda mutabakat metni okundu. Devlet ve HDP temsilcileri yan yana, aynı kamerada… Resmen tarihî bir andı. Ama sonra birden hükümet tarafından “yok hükmünde” ilan edildi. Türkiye’de barışın kaderi hep aynı: Başlangıçta umut, ortasında korku, sonunda sessizlik. Çünkü bu süreçler hiçbir zaman sadece Kürt meselesiyle sınırlı kalmadı. Toplumsal barış, ifade özgürlüğü, adalet, eşitlik, geçmişle yüzleşme… Bunların hepsi aynı zincirin halkalarıydı. Ve o zincir, kafesin telinden başka bir şey değildi.
Sebep mi? Birileri hatırlattı: “Seçim var bak, milliyetçi taban kızar!”
Aynı Kafes, Değişen Sloganlar
Siyasi liderler değişiyor, sloganlar yenileniyor ama kafes aynı kalıyor. Kimileri bu kafesi “devletin bekası” diye kutsuyor, kimileri ise "güçlü liderlik" diye pazarlıyor. Oysa içerdekiler için ne sağ ne sol ne muhafazakâr ne liberal – fark etmiyor. Çünkü herkes aynı döngünün içinde: seçim, umut, kriz, korku, suskunluk… Ve yeniden seçim için…
Biraz aralan kafesin kapısına yeniden tel çekildi, hem de çelikten. Yetmedi…
Aynı yıl, 2015’in yazında, hendek çatışmaları başladı. Bir yanda gençler evlerini terk etti, bir yanda tanklar şehir merkezlerine girdi. Sokağa çıkma yasakları, bodrumlarda mahsur kalan insanlar, yıkılan şehirler... Yani kafesin kapısı açılınca içeriden çıkan barış değil, yangın oldu.
Devlet dedi ki: “Bakın biz açtık da ne oldu!”
Toplum dedi ki: “Yoksa hiç açmasaydık mı?”
Tavuklar da dedi ki: “Acaba bu aralar kafese geri mi dönsek?”
Ve barış sözcüğü, o günden sonra fiilen yasaklı bir kelime gibi muamele görmeye başladı. Şimdi biri barış deyince, birileri hemen ayağa fırlıyor: “Kimle barış? Kiminle?”
Hâlbuki kimse demiyor: “Neden savaştık ki en başta?”
Bugün geldiğimiz noktada barış süreci, biraz ıslak mendil gibi: Çok kullanıldı, sonra buruşturulup atıldı. Ama her kriz döneminde yeni bir tane çıkarılıp “Acaba işe yarar mı?” diye düşünülüyor. Barış, bir ülkenin geleceği değil, bir partinin taktik hamlesi oldu artık.
Kafesteki Düşünce
Peki, ne yapacağız?
Yine kafesin içinden dışarı bakıyoruz.
Dışarısı hâlâ belirsiz.
Ama içerisi giderek daha dar, daha havasız, daha gürültülü.
Kafesin tellerine yeni isimler yazıldı: güvenlik devleti, yerli-milli refleks, beka sorunu…
Ama hâlâ aynı kafes.
Bu ülke, barış sürecinden değil, barışa cesaretsizlikten battı. Çünkü barış sadece masada değil, zihinde başlar. Bizse zihinlerimizi çoktan tellerle çevirdik.
Tavuklar kendi kafeslerini kutsallaştırmaya başladığında, dışarısı sadece özgürlük değil, aynı zamanda düşman olur.
Ama unutmayalım:
Kafesin kapısını açmak bir devrim değil, bir başlangıçtır.
O kapıdan dışarı çıkmaksa… Bir karar meselesi.
Ama o zaman artık sorun kafeste değil, kafadadır.
Kafeslerin zihinde olduğu unutulmamalıdır.
“Bence tavuğun suçu yok, horozlar yüzünden bu hale geldik.”
Not: Bu yazı, hiçbir tavuğa zarar vermeden yazılmıştır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.