KAKOLAR VE GAKOŞLAR: BİR KİMLİK SORUSU
İnsan bazen kendisini bir sorunun içinde bulur. Ne aradığı tam olarak bellidir ne de cevabı. “Ben kimim?” sorusu, çoğu zaman, ancak hayat karmaşıklaştığında gerçek ağırlığıyla hissedilir. Ve arayış başlar, aslında bu arayış bir var oluş, bir kimlik arayışıdır. Çocuklukta sorulmaz bu soru, çocuk olmanın doğasına aykırıdır; gençlikte ise uçukluk, ütopya ve ideolojiler onu kolayca bastırır. Ancak zaman geçtikçe, olgunlaşma başlar insan kendi geçmiş hikâyesiyle yüzleşmek zorunda kalır. İçinde bulunduğumuz anı sıfır olarak kabul edersek geçmişimiz negatif dönemdir. Bu dönemi tükettik. Yeniden bu dönemi yaşamak mümkün değil, ancak bu dönemde yaşadıklarımızın muhasebesini yapıp, sorgulayabiliriz. Önümüzdeki yaşayacağımız dönemi pozitif olarak düşünürsek, bilinmezlik ve merakla iç içe yaşarız. Gelecekle ilgili kesin hükümlerle konuşamayız, varsayımlar üzerinden konuşabiliriz. Hayat böyle bir şey, elden ne gelir.
Kendimi ne Türk, ne de Kürt olarak hissediyorum. Bu cümle, bir reddiye değil; bir tespittir. Şayet şecerede genel kabul gören babayı esas alırsak, ailem, Ergani’de bilinen, köklü ve eski bir aileye mensuptur. Ancak aile büyüklerim hiçbir zaman kendilerini etnik bir kimlikle tanımlamadılar. Ne Kürt dediler kendilerine ne Türk. Müslümanlıklarından şüphe etmedikleri için, ayrıca “Müslümanım” deme ihtiyacı da duymadılar. Kimlik konusunda sessiz, hatta mesafeli kaldılar. Evliliklerde önceleri Sıtatü farkı gözetilse de, bizim dönemimizde kültürel ve etnik farklılar sorun olmadı. Bu sessizlik zamanla bende bir meraka dönüştü: Atalarım kimdi? Nereden geldiler? Ergani’nin verimli, güzel topraklarına nasıl sahip oldular?
Gençlik yıllarımda bu soruların cevabına ihtiyaç duymuyordum. Çünkü sosyalisttim. Sınıf merkezli bir dünyada, etnik kimliklerin anlamı ve önemi yoktu. İnsanlar eşitti; herkes kardeşti. “Ben dünyalıyım” demek yetiyordu. Hayat basitti. Fakat zaman geçtikçe anladım ki, gerçek hayat ideolojilerden daha karmaşık. Kimlik, sandığımız kadar kolay silinmiyor. Çünkü yıllarca aile ile birlikte süre gelmiş, o, seni var etmiş; dışarıdan gelen tüm tehlikelere karşı korumuş.
Geçmişe yolculuk yaptım!
Bu merakla ailemin ve yaşadığım coğrafyanın tarihini araştırmaya başladım. Karşılaştığım gerçek şuydu: Biz, bugünkü Türkçü söylemlerin iddia ettiği anlamda Türk değildik. Bu kimlik bize ait değildi. Öte yandan Kürtlerle iç içe yaşamıştık; çocukluğum, gençliğim onlarla geçmişti. Hâlâ da birlikteyiz. Aramızda sarsılmaz bir sevgi ve saygı var. Ancak dilimiz, kültürümüz ve yaşam biçimimiz aynı değildir. Ben kendimi Kürt olarak da hissetmiyorum.
İşte sosyal bilimler, tarih burada devreye girdi.
Kaynaklar beni Akkoyunlu Türkmenlerine götürdü. Oğuzların Bayındır boyuna mensup olan bu topluluk, 13. yüzyılın sonlarında Türkistan’dan Azerbaycan’a, oradan da Mezopotamya’ya göç eder.
Dönemin kendine özgü koşulları sonucu Ergani, Harput, Amed ve çevresi, Akkoyunlular için hem stratejik hem ekonomik bir merkez hâline gelir. İpek Yolu üzerindeki bu bölge, kaleleri, yaylakları ve ticaret yollarıyla yeni bir düzenin başlangıcı olur. Aynı dönemde Karakoyunlularda bölgeye yerleşmeye çalışırlar. Bu dönemde, Akkoyunlular ile Karakoyunlular arasındaki mücadele, yalnızca bir iktidar savaşı değil; aynı zamanda bu coğrafyanın kaderini belirleyen bir kırılmadır. Sünni Akkoyunlular ile Şii Karakoyunlular arasındaki savaşlar, akıl almaz bir vahşet üretir. Kelle kesmeler, kellelerden tepeler oluşturmalar, insanları diri diri kalelerden atmalar, esirleri diri diri yakmalar, ellerini yüzlerini kızgın demir çubuklarla dağlamalar, kaynar suda haşlamalar, insanların sağ sağ derilerini yüzmeler, mağaralarda aç susuz bırakmalar; kadın ve genç kızlara anne, baba, eş ve kardeşlerinin önünde tecavüz etmeler; günümüz insan haklarına aykırı, aklınıza zalimlik ve rezillikle ilgili ne gelirse hepsini bu iki Türkmen ve Müslüman kavim birbirine karşı uygular. (Hiçbir toplumun, inancın, devletin geçmişi masum ve temiz değildir.) Elbette bu şiddetten yerleşik Kürtler de payına düşeni alır. Yaklaşık yüz yıl süren bu kanlı dönemden galip çıkan Akkoyunlular olur ve bölgeye kalıcı biçimde onlar yerleşirler.
Uzun Hasan dönemiyle birlikte Ergani ve Amed, Akkoyunlu Devleti’nin merkezine dönüşür. Bu süreçte Türkmenler kalelere ve stratejik noktalara yerleştirilir. Yaklaşık yüz yirmi yıl süren Akkoyunlu egemenliği, bölgede derin bir demografik değişime neden olur ve güçlü bir şekilde gelecek kuşaklara kültürel iz bırakır. Türkmenler, Kürtler, Süryaniler, Araplar, diğer halklar ve inançlar iç içe geçerek bölgede, bugünkü toplumsal yapının temellerini oluşturur. Osmanlı döneminde bu yapı varlığını sürdürür, Cumhuriyet döneminde ise yapı hırpalansa da, var olmaya devam eder.
İşte bana göre, Ergani’de “Kako”, Elazığ’da ise “Gakoş” olarak anılan insanlar, Akkoyunlu Türkmen mirasının yaşayan bakiyesidir. Dilleri Türkçedir; ancak kültürleri Anadolu’nun merkezinden farklıdır. Katı dinî anlayışlara mesafelidirler; günümüz ırkçı Türkçülüğünün de dışında dururlar. Müzikleri, oyunları, sosyal yaşamları ve günlük hayat pratikleri, geçmişin ve bu coğrafyanın özgün bir sentezidir. Elazığ’ın Çayda Çıra oyunu eşliğinde söylenen uzun havalar ve Harput türküleri; Urfa (Ruha) Sıra Geceleri ve Kazancı Bedih’in seslendirdiği Nemrudun Kızı; Eğin türküleri; Erzurumlu Dadaşların Bar oyunu ve Huma Kuşu ile Amed/Diyarbakır’ın o güzelim türküleri, bunun hâlen canlı yaşayan örnekleridir.
“Keko” Kürtçede kardeş demektir. “Kako” ise yerel Türkmenlerde büyük ağabeye saygıyı ifade eden bir hitaptır. Zamanla idari ve toplumsal konumları nedeniyle (çünkü onlar hep yönete gelmiştir) bu hitap Türkmenlere verilen bir kimlik adlandırmasına dönüşmüştür. Elazığ’da ise şive farkıyla “Gakoş” olmuştur.
Bugün, iletişimin ve etkileşimin bu denli arttığı, kültürlerin ve kimliklerin birbirine karıştığı melezleşen bir dünyada; Kürtleri yok saymaya, Türk ırkçılığını büyütmeye, bakiye kalan Türkmenleri bastırmaya gerek yok.
Bu toprakların gerçeği çoğulluktur. Herkesin diliyle, kültürüyle, inancıyla var olabildiği bir yaşam bu topraklarda mümkündür. Unutmayalım ki bunlar bizim zenginliğemizdir.
Ben ve ailem büyük ihtimalle Akkoyunlulardan kalan Türkmenleriz. Yüz yıllara dayanan bir geçmişimiz var. Bizler bu coğrafyanın hafızasıyız. Hafıza ise inkâr edilerek ya da hor görülerek değil, korunarak ve anlaşarak yaşatılır. Hayatın bayram gibi yaşanması için gelin birbirimizi olduğumuz gibi kabul edelim; özgürlüğü ve aşkı birlikte yaşayalım.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.