Mustafa Nesim Sevinç

Mustafa Nesim Sevinç

Orwell’ın Noel Willmett’e gönderdiği mektup

Orwell’ın Noel Willmett’e gönderdiği mektup

Bir önceki 1984 başlıklı yazımda “1984 adlı eserini yazmadan önce Orwell’in, Noel

Willmett’e gönderdiği mektubu okursak romanı niçin yazdığını daha iyi anlarız gibi geliyor bana.

Bir sonraki yazımda bu mektubu yorumsuz aktaracağım” demiştim. Mektup aşağıdadır.

“…Orwell'in mektuplarının dikkatli bir okuyucusu 1944 yılında kendisine totalitarizmle

ilgili bir soru yönelten (Davison'un yetenekli açıklamalarından yardım alarak), Orwell'in roman için çok daha önce malzeme topladığını fark edecektir. 1944'te Noel Willmett'e (Davison tarafından tanımlanamayan ve belki de tanımlanamayan?) yazdığı bir mektupta şöyle yazar…”

Noel Willmett’e

18 Mayıs 1944

10a Mortimer Dönemeci Kuzeybatı Londra 6

“Sevgili Willmett Bey,

Mektubunuz için gerçekten teşekkür ederim. Totalitarizm, lidere tapmak ve benzerlerinin

gerçekten yükselişte olup olmadığını sormuş ve güncel olarak bu ülkede veya Birleşik

Devletlerde revaçta olmayışlarıyla durumu örneklendirmişsiniz. Belirtmek durumundayım ki, dünyanın tamamını göz önünde bulundurarak bu şeylerin yükselişte olduğuna inanıyor ve belki de bundan korkuyorum. Hitler şüphesiz ki yakında ortadan yok olacak, fakat bunun bedeli (a) Stalin’in, (b) İngiliz-Amerikan sermayedarların ve (c) bir sürü başka küçük çapta [Charles de] Gaulle gibi führerimsilerin güçlenmesi olacaktır. Dünyanın her yanındaki milliyetçi hareketler ve hatta Alman iktidarına karşı direnişten kökenini alanlar dahi, anti-demokratik formlara evriliyor gibiler ve kimi üstün-insanların (Hitler, Stalin, Salazar, Franco, Gandhi, De Valera gibi pek çok örneği var) çevresinde toplanarak, sonucun arada yapılan her şeyi haklı çıkartabileceği teorisini benimsiyorlar. Dünyanın her yanındaki hareketlerin güzergâhı, merkezi ekonomilere doğru, yani ekonomik olarak bu sistem yürüyebilir, ama demokratik olarak organize edilmesi mümkün olmadığı gibi, bunun bir kast sistemi yaratması da kaçınılmaz olacaktır. Böylece, duygusal milliyetçiliğin korkutuculuğuna ve nesnel bir gerçekliğin var olmadığına inanma eğilimine sürükleniyoruz çünkü bütün etmenlerin, asla yanılmayacak bir führerin vaatlerine ve kehanetlerine uygun olması gerekiyor. Zaten tarih var olmamaya mahkûm, başka bir deyişle, kendi zamanımızın, evrensel boyutta kabul görebilmesi diye bir şey söz konusu değil ve fen bilimleri askeri gereksinimler insanları yaftalamaya yönelik olmaya başlayınca tehlike altında kalıyorlar.

Hitler, Yahudilerin bir savaş başlattığını söylüyor ve eğer ki hayatta kalırsa bu dediği resmi tarihe dönüşecek. Davası için iki artı ikinin beş ettiğini söyleyemez, çünkü kanıtlar bunun dört yapması gerektiğini söylüyor. Fakat benim korktuğum gibi bir dünya düzeni gelirse, yani 2 ya da 3 süper-gücün birbirini fethedemeyecekleri kadar güçlü olduğu bir dünya, iki artı iki führer istedi diye 5 olabilir. Bu, şu an görebildiğim kadarıyla, şu an ilerlemekte olduğumuz gidişat bu, lakin elbette ki, süreci tersine çevirmek mümkün. Gelelim Britanya ve Birleşik Devletlerin bağışıklık gösteriyor olduğu karşılaştırmasına. Pasifistler falan ‘Biz henüz totaliter olmadık ve bu da umut verici bir semptom’ diyebilirler. The Lion and The Unicorn kitabımda da anlattığım üzere, İngiliz insanına ve özgürlüğü kısıtlamadan ekonomiyi merkezileştirme yetisine derinden inanıyorum. Fakat anımsamalı ki, Britanya ya da Birleşik Devletler asla yeterince denemedi, yenilgiyi ve ağır acıları tanımadı ve iyi semptomları

dengeleyen kötü semptomlar da var. Başlamak gerekirse, demokrasiye çürüten genel bir kayıtsızlık hâli var.

Mesela, farkında mısınız, İngiltere’de 26 yaşının altındakilerin artık bir oy hakkı var ve de o yaşlardaki insanların hatırı sayılır kısmı bunu pek önemsemiyor. İkinci olarak, şu bir gerçek ki, entelektüeller, sıradan insanlara kıyasla daha totaliterler. İngiliz’in mürekkep yalamış kesiminde Hitler’e karşı olanlar, bunu ancak Stalin’i kabullenerek yapıyorlar. Pek çoğu bir diktatörlük yöntemlerine, gizli polise, tarihin sistematik olarak yalanlanmasına ve benzerlerine hazırlar, yeter ki işler ‘bizim’ lehimize gelişiyormuş gibi hissetsinler. Yani henüz İngiltere’de faşizan bir hareketin olmadığı ifadesi, ziyadesiyle gençlerin şu an führerlerini başka bir yerlerde aradığı manasına geliyor. Kimse bu durumun değişmeyeceğinden, ya da sıradan insanların 10 yıl sonra entelektüellerin şu an düşünüyor olduğu gibi düşünüp düşünmeyeceğini bilemez. Umarım ki, öyle olmaz, hatta öyle olmayacaklarına güveniyorum bile, ama olursa eğer, bedeli bir mücadele olacaktır. Ne zaman biri her şeyin en iyisi için olduğunu savunuyor ve bu esnada semptomları göstermekten çekiniyorsa, o kişi totalitarizmin daha da yakınımıza gelmesine

yardımcı oluyordur.

Bir de dünyanın eğilimi faşizme yönelikken, neden savaşı savunduğumu sormuşsunuz.

Kötünün iyisini seçmek diyelim – ve sanırım bütün savaşlar bunun üzerine kurgulu. İngiliz

emperyalizmini sevemeyecek kadar iyi tanıyorum, ama Nazizm veya Japon emperyalizmi

karşısında da desteklerim. Benzer bir biçimde, Sovyetler Birliği’ni Almanya karşısında

desteklerim, keza bence Sovyetler Birliği geçmişinden bütünüyle kaçamıyor ve içinde hâlâ var

olan devrimci fikirler, Nazi Almanya’sının karşısında daha umut veren bir fenomen olmasını

sağlıyor. Düşünüyorum ki ve savaş başladığından beri bu düşüncem mevcut, yani 1936 ya da o

civarlardan beri, varmaya çalıştığımız nokta, daha iyiye ulaşmak, ama daha iyi olması için,

mütemadiyen eleştirel davranmalıyız.

En içten dileklerimle,

Geo. Orwell

Not:[XVI, 2471, sf. 190—2; daktilo edilmiş] Çeviri: Mavisu Kahya

[email protected]

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Nesim Sevinç Arşivi
SON YAZILAR