Şeyhmus DİKEN

Şeyhmus DİKEN

Sandığa Mecburi İstikamet!

Sandığa Mecburi İstikamet!

 

Hiçbir seçimde olmadığı kadar; heyecandan, duygudan ve de gelecek konusunda şahsıma umut vaat edecek akılcılıktan hayli uzak bir seçim süreci yaşadığımı ifade etmeliyim.

 

Öylesine bir seçim atmosferi ki; önüne gelen 24 Haziran sonrası insan aklını zorlayacak senaryolar okuyor, okumakla kalmayıp yazıyor da.

 

Ülkenin en başat sorununa dair taraf olan iki siyasi partinin seçimlere dair saha çalışmalarına, miting söylemlerine, vurgularına bakıyorum. Ve sonra yüksek sesle soruyu kendime soruyorum.

 

Sonrasında cevaplamakta zorlanıyorum.

 

Biri (AkParti) demeye getiriyor ki (aslında alenen diyor); HDP barajı aşmamalı. “Aşmamalı ki parlamentodaki arzulanan çoğunluğu bu şekilde sağlayalım.”

 

Diğeri (HDP) de; yüzde on barajını aşmalıyız ki; Akparti parlamentoda çoğunluğu sağlayamasın.

 

Biri muktedir ve muktedirliği üzerinden temsil hakkının barajla engellenmesini çok doğal ve meşru hakkıymış gibi görüyor ve görmekle yetinmeyip dillendiriyor.

 

Diğeri de talep edeceği bir sürü mevzuyu bir yana bırakıp bütün propagandayı yüzde onluk barajın aşılması üzerine bina ediyor.

 

Muktedir ve Mağdur-muhalif kimlik üzerinden sığ siyaseti böylesine yürütmekte ısrar edenler böyle de! Diğerleri farklı mı sanki! Değil tabi, onlar daha da berbat. CHP, MHP, SAADET, İYİ Parti falan filan! Al birini vur öbürüne. Dar(altılmış) kontrollü alanda tribün alkışına yüzünü döndürüp “hani ya çepik” modundalar. İşin tuhaf tarafı seyirciyi (seçmen mi demeliydim!) de istedikleri gibi yoğurup kendi siyasi meşreplerine uygun hâle getirdiler.

 

Geri dönüp bakıyorum ve bir kez daha şunu fark ediyorum ki; 1999 seçimlerinden bu yana son yirmi yıldır beşten fazla seçim dönemi yaşadık. Mağdur, mazlum ve muhalif kimlikler açısından hemen hiçbir seçim olağan mecrasında yürüyen bir seçim olmadı.

 

Her defasında seçim dönemlerinde dillendirilmesi gereken programatik sözlerden başlayıp temsil yeteneği hayli düşük aday listelerinin dayatılması tartışılmasına varıncaya kadar hemen her şey ertelendi / ötelendi. Konuşulamadı, hesabı kitabı yapılamadı.

 

Her defasında “zamanı değil, hele bu seçim de geçsin, sonra konuşuruz” dendi.

 

Oysa insan ömrü dediğiniz ne ki!

 

Zamanla yarışıyor adeta insan kısmı.

 

Ömür dediğin göz açıp kapayıncaya kadar flu bir film şeridi misali zamanın acımasızlığı hızında ellerinizin arasından kayıp gidiyor.

 

Öte yandan bizler adına “karar verici” kimileri hep bir sonraki seçime kadar “hele bi sabret” deyip bizleri demokrasi dedikleri garip hâlin bekleme odasına alıyorlar.

 

Benim artık bekleyecek ömrüm, ertelenmesine onay verecek zamanım da kalmadı. Tahammülüm de…

 

Ve sizin evet evet sizin, hepinizin, demokratlık / demokrasicilik oyunlarınız beni sahiden bunaltıyor. Hem de yeni değil, epeydir bunaltıyor, yoruyor.

 

Bende yok sabr-u karar, sende vefadan zerre. İki yoktan ne çıkar fikredelim bir kere diyeceğim amma fikredecek kimseler de yok siyaset adına orta yerde maalesef.

 

İsteksiz ayaklarım sırf ayıp olmasın diye yarın beni sandık başına götürecek ise de gönlüm asla!

 

Bu oyun bana göre değil! Çünkü ben bu oyunun hiçbir yerinde yoğum...

 

Biliyorum ki; sanki cümbür cemaat Kafka’nın Gregor Samsa’sının kavlince “beraberimizde taşıdığımız bir parmaklığın ardında” yaşamaya mecbur kılmışız kendimizi…

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Şeyhmus DİKEN Arşivi
SON YAZILAR