Surlar ve sırlar
Geçen hafta Tigris Gazetesi’nde bir haber okumuştum. “Diyarbakır Surlarının Minyatürü Yapılıyor.” diye. Surlarla ilgili her haber ilgimi çekiyor, bu şehri çok seven biri olarak çokta önemsiyorum.
Lakin bu haberi okuduğumda, “Aslına sahip çıkmayıp, bu tarihi şaheserin, gün be gün yok olmasına göz yumuyoruz. Minyatürünün yapılması da önemli belki ama Surların aslı var. Aslının korunması için niye ciddi bir çalışma yapılmıyor.” diye de düşünmekten kendimi alıkoyamadım.
Bir şeyin aslı varken, üstelik binlerce yıldır bırakın korumayı, bütün kötü muamelelere rağmen direnmiş, yine de günümüzekadar ulaşabilen ama artık alarm veren Surlar için ciddi bir şeyler yapılması gerek miyor mu?
Yazıktır, günahtır!
Yapılış tarihi M.Ö. 650-600 yıllarına kadar giden, yapılışıyla ilgili değişik efsaneler anlatılan, Çin Seddi’n den daha eski, ondan daha yüksek ( 11 metre), ondan sonra dünyanın en uzun surlarıdır Diyarbakır Surları.(5 Km.)
Derler ki ; İki mimar kardeş iddiaya girer, “Dünyanın en güzel kalesini kim yapacak?” diye. Belli bir zaman tanırlar kendilerine ve işlerine koyulurlar. Aradan zaman geçer, her ikisi de işini bitirir. Biri “Harput Kalesi’ni yapmıştır, diğeri “Diyarbakır Surlarını”. Biri süt kullanmıştır harcında, diğeri yumurta akı.
Harput Kalesini yapan kardeş gelip Diyarbakır Surlarını görünce, büyülenir kardeşinin bu eseri karşısında ve ben bu kadar güzel yapamadım deyip, burçlardan birinin üzerinden boşluğa bırakıp öldürür kendisini. Buna çok üzülen diğer kardeş de hemen kardeşinin peşinden atlar ve o da ölür. O yüzdendir ki Diyarbakır Surlarında bulunan yedi burç içinde iki kardeşin kendilerini öldürdüğü burca “İki Kardeş Burcu” denmiştir.
Binlerce yıllık Diyarbakır Surları nelere şahit olmamıştır ki?
Tarihte, kadim şehirlerin etrafında surların ya da çok büyük kalelerin olması, o şehirlerin stratejik öneme sahip, dolayısıyla korunma ihtiyacı olduğunu gösteriyor aslında bize…
Surlar Diyarbakır’ı sadece korumamış, taçlandırmışta aynı zamanda…
Biz Diyarbakırlılar Surlara günlük dilde “Beden” deriz. Diyarbakırlılar konuşmasında genelde “Sur-Surlar” demez. Sur literatürdeki adıdır. Biz daha çok “Beden” deriz...
Beden şehri çevreleyen yükselti demektir.
Bu söylemin yani “Beden” dememizin bizde ki imgesel karşılığı nedir, derseniz?
Şehir canlıdır bizim için yaşayan bir şehirdir, etrafındaki Beden de şehri ayakta tutan en önemli uzuvdur, iskeletidir.
Böyle düşünmüş, çok anlam yüklemişiz şehri çepeçevre saran Bedenlerimize / Surlara ama kıymetini de pek bilmemişiz. Hele aşağı yukarı yüz yıldır uğradığı tahribat ve kötü muamele ise binlerce yılda başına gelmemiştir.
Biliyor musunuz, 1930 yılında Fransız Arkeolog Albert Louis Gabriel’in yolu Diyarbakır’dan geçmese bugün Surların tamamı olmasa da çok büyük bir bölümü olmayacaktı belki de. Yani Diyarbakır Surları bugünkü varlığını Albert Louis Gabriel’ e borçludur.
Albert Louis Gabriel, kimdir diyenlere : 1883 yılında, Fransa’da doğmuş, Sorbonne Üniversitesi'nde Güzel Sanatlar ve Edebiyat okuduktan sonra Paris Üniversitesi’nde doktora yapmış bir arkeologtur. .
Gabriel, 1926 yılında Türkiye’ye gelir, Darülfünun’da arkeoloji ve sanat tarihi dersleri vermeye başlar. 1930 yılında Milli Eğitim Bakanlığı ile anlaşarak, Mezopotamya’daki eserler hakkında araştırma yapmak, incelemelerde bulunmak üzere Hasankeyf ve Van’a gelir.
O bölgede bulunan eserlerin fotoğraflarını çeken, çizimlerini yapan ve metinler yazan Gabriel, 1930’lu yıllarda Diyarbakır'a gelir. Gabriel, dönemin valisi ve belediye başkanı Faiz Ergun’un talimatıyla Dağkapı ile Mardinkapı arasındaki surların, "Sur içine hava girmiyor. Bulaşıcı hastalıklar yaygınlaşıyor. Hava sirkülasyonu olsun, diye surları dinamitliyoruz." denilerek, yıktırılmaya çalışıldığını görür.
Bunun üzerine Gabriel, durumu derhal Milli Eğitim Bakanlığı ile Kültür Bakanlığı’na rapor eder. Diyarbakır Surları'nın tarihi ve arkeolojik açıdan paha biçilemez olduğunu belirtir. Bunun üzerine bakanlık olaya müdahale eder ve çok şükür ki yıkım durdurulur… Ancak 100 metrelik surlar top atışlarıyla yıktırılmıştır.
“Şehir hava almıyor” diye yıktırılan bölüm; Dağkapı ile Tekkapı arasındaki yaklaşık 100 metre uzunluğundaki bölümdür.
Şehrin altı kapısı vardır, Mardinkapı, Urfakapı, Çütkapı(Çiftkapı), Saraykapı, Tekkapı, Dağkapı.
Dağkapı’nın adı vardır ancak kendisi yıktırıldığı için yoktur…:((
Tigris Gazetesi’n de surların minyatürünün yapılacağı haberini okumam, belediyenin karşısındaki billboardlarda ise “Surların Dirilişi” diye surların restore edileceği müjdesinin verildiğini görmem çok uzun zamandır Diyarbakır Surları’nın durumu ile ilgili yazmayı düşündüğüm bu yazıyı yazmama sebep oldu.
Umarım Surların Dirilişi başlığıyla verilen bu müjde, diğer birçok proje gibi kâğıt üzerinde ya da billboardlarda kalmaz ve hayata geçirilir. Unesco tarafından “Dünya Mirası” olarak kabul edilişinin bile üzerinden yıllar geçen ve artık alarm veren surların bakım ve onarımı ötelenemeyecek kadar hassas bir konu Diyarbakır için.
Bugüne kadar surlarla ilgili yapılan en güzel çalışma hem iç hem dış kısımdan surları işgal eden, büfe, kafe, kahve ve lokanta olarak kullanılan meskenlerin kaldırılması ve etrafının ağaçlandırılması oldu.
Bundan sonra yapılması elzem olan şey ise: İhalesinin verilerek birilerini zengin etmek için değil, orijinaline uygun, tarihi gerçekliği yansıtan, sırf yapmış olmak için değil çok özen gösterilerek hazırlanan bir projeyle surların restorasyonunun yapılmasıdır. Bu, Şehr-i Diyarbekir’ de görev yapan yetkililerin boynunun borcudur…
Sevgiyle … :))
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.