Bêjdar Ro Amed

Bêjdar Ro Amed

YANLIŞ ANLAMLAR DEPOSU

YANLIŞ ANLAMLAR DEPOSU

Hayat, insanı hiçbir zaman aynı yerden vurmaz. Ama hep aynı yerden uyandırır, içinde en çok susturduğun yerden.

Yaşamın İçinden…

Bir terslik var ama nerede? Yaşamın özü, huzur ve dönüşüm, hayatın tam içinde, ilişkilerde, paylaşımda görülmesi gerekirken insanlar bunu hep yaşamdan kaçarak aradılar. Buda ormanların derin sessizliğinde aydınlanmayı bekledi, Zerdüşt dağların doruklarında yıllarca kalıp gerçeği çözmeye çalıştı. Peygamberler mağaralara çekildiler; filozoflar Akademia’nın duvarları arasında hakikatin izini sürdüler. Kimisi sustu, kimisi oruç tuttu, kimisi dua etti, kimisi kitaplar yazdı, kimisi düşünceler kurdu. Hepsi de bir biçimde kendini bulmak, içsel huzura ermek istiyordu. Fakat belki de asıl soru şuydu: Yaşamdan kaçarak yaşamın gerçeğine ulaşılabilir mi?

Ormanlar güzeldir, evet; dağlar büyüleyicidir, mağaralar sessizdir. Fakat bütün bu yerler insanı, insandan uzaklaştırır. Dış dünya susturulsa bile içerideki ses konuşmaya devam eder. Çünkü insanın kendini bulduğu yer doğa değil, doğanın içindeki insandır. Kişi kendini bir insanla temas ettiğinde, bir dostla konuşurken, bir tartışmada, bir kırgınlıkta, bir bakışta fark eder. Gerçek dönüşüm, kaçışta değil, yaşamın içinde gerçekleşir. Çünkü insan kendini yalnız başına değil, ilişki ve iletişim içinde tanır. Bu yüzden hayatın tam ortasında yaşanılan her olay, her temas, her duygu bir aynadır. Kimi zaman kırar, kimi zaman gösterir, ama mutlaka öğretir.

İnsanı Bulmak Mümkün mü?

Bir insanla konuştuğunda onu gerçekten duyabilmen çoğu zaman mümkün değildir. Çünkü o konuşurken yalnız değildir. Sözlerinin ardında bir ömür vardır. Annesi, babası, öğretmenleri, arkadaşları, geçmişte yaşadıkları, dinlediği sesler, okuduğu kitaplar, etkilendiği yazarlar ve filozoflar… Hepsi onun içindedir ve hepsi aynı anda konuşur. Oysa kendisi orada değildir. Herkes ona bir şey fısıldamıştır; kimisi “şöyle yaşa” demiş, kimisi “bunu yapma” diye uyarmış, kimisi “şuna inan” diyerek yol göstermiştir. Ninniyle başlayan o masum sesler zamanla kelimelere, dualara, inançlara, kuramlara dönüşmüştür. Ve önüne gelen herkes, kendi doğrusunu, kendi korkusunu, kendi anlamını onun zihnine bırakmıştır.

Böylece insan farkında olmadan yanlış anlamlar deposuna dönüşmüştür. Herkesin sesi onun içindedir ama kendi sesi yoktur. Artık konuştuğunda, aslında onlarla konuşmaktadır; annesiyle, öğretmeniyle, dinlediği vaizle, okuduğu filozofla, etkilendiği yazarla… Onlarla konuştukça kendinden biraz daha uzaklaşır. Kendi bütünlüğü, o kalabalığın uğultusu içinde kaybolmuştur. Bu yüzden çoğu zaman karşındaki kişiyi duymak da zordur. Çünkü o kişi, kendi değildir; ona öğretilmişlerin toplamıdır. Bu fark edildiğinde insanın içindeki sessizlik doğmaya başlar. Artık başkalarının yankıları değil, kendi gerçeği duyulur hale gelir. İşte o an içsel doğumun başladığı andır.

Ritüellerin Gölgesinde

İnsanlık binlerce yıldır ışığı aradı ama çoğu zaman o ışığı, gözlerini kapatarak aradı. Ritüeller, kurallar, inanç biçimleri, sistemler, öğretiler hep birer araçtı ama zamanla amaç haline geldiler. Sessizliğe çekilmek, kendini duymak içindi; ancak sessizlik bir yönteme, bir biçime, bir mekana, bir kurama, bir ideolojiye dönüştü. Zihin susturulmadı, sadece şekil değiştirdi. Düşüncenin kalıpları kırılmadı, sadece yeni bir biçim aldı. İnsan, sessizliği bile sistemleştirdi.

Oysa sessizlik bir ritüel değil, bir haldir. Ne bir mağarada bulunur, ne bir ormanda, ne bir tapınakta. Sessizlik, hayatın tam ortasında fark edilir; bir dostun cümlesinde, bir suskunluğun içinde, bir nefes aralığında. Sessizlik, hiçbir şey söylemeden yaşamı dinleyebilmektir. Çünkü sessizlik, zihnin sustuğu ama hayatın konuştuğu andır. Orada bilgi yoktur, kuram yoktur, yöntem yoktur. Sadece açıklık vardır. O açıklık, insanın kendini çıplak biçimde gördüğü, hesap yapmadan, plan kurmadan, kimseyi suçlamadan fark ettiği alandır.

Yaşamın Okulu

Yaşamın kendisi en büyük okuldur. Bir yakınla yapılan sohbet, bir yanlış anlaşılma, bir kırgınlık, bir beklenti, bir kayıp ya da bir buluşma… Bunların her biri insanı kendine getirir. Gerçek öğretmen, hayatın kendisidir. Ne bir kitapta, ne bir tapınakta, ne de bir dağın zirvesindedir. Bir çocuğun gülüşünde, bir vedada, bir ‘affedişte’, bir yeniden başlamada gizlidir.

Kendini tanımak, yaşamı reddederek değil, yaşamı yaşayarak olur. Kaçmak değil, kalmak gerekir. Kalmak, acıyla, sevinçle, karmaşayla birlikte kalabilmektir. Çünkü insan kendinden kaçtıkça kendisiyle çatışır, ama kendine dönen insan dünyayla barışır. Bu barış hali huzuru getirir; huzur ise dışsal bir mutluluk değil, içsel bir dinginliktir. O zaman insan neyi aradığını, neden aradığını, hatta kimi aradığını da anlamaya başlar.

Sessizlik Nedir

Sessizlik, hiçbir şey yapmamak değildir. Sessizlik, içsel bir açıklıktır; yargısız görebilmek, koşulsuz dinleyebilmek, hesap peşinde olmadan fark edebilmektir. Sessizlik, bir hesapsızlaşma eylemidir. Çünkü hesabı olan hakikati bulamaz. Sessizleşmek, zihnin gürültüsünden arınmak, geçmişin yankılarını susturmak, başkalarının seslerinden sıyrılmak demektir.

Gerçek sessizlikte insan ne düşünür, ne inanır, ne de ikna etmeye çalışır; sadece görür. Ve o gördüğü şeyde artık ne geçmişin izleri vardır ne de geleceğin korkusu. Orada sadece şimdi vardır; sade, canlı, taze bir şimdi. İşte o anda insan, kendini ilk kez olduğu gibi duyar. Belki ilk kez gerçekten vardır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bêjdar Ro Amed Arşivi
SON YAZILAR