Bêjdar Ro Amed

Bêjdar Ro Amed

DOKUNUŞ ESTETİĞİ: VARLIĞIN DİLİYLE SEVMEK

DOKUNUŞ ESTETİĞİ: VARLIĞIN DİLİYLE SEVMEK

Dokunmak… İlk dildir insanın. Sözcüklerden önce vardır. Bebekken annemizi dokunarak tanırız. Dünyayı ellerimizle, derimizle, kalbimizin kıpırtısıyla öğreniriz. Ama büyürken unuturuz. Öğretilen her “mesafe”, bir dokunuşu eksiltir. Her “mantıklı ol” uyarısı, bir hissi budar. Her “güçlü görün” baskısı, bir teması eritir. Ve biz bir süre sonra, dokunmadan yaşamaya çalışırız. Dokunmadan sevmeye, dokunmadan anlamaya, dokunmadan yürümeye… Ama dokunmadan yürüyen, yaşamı hissetmez. Çünkü dokunuş, bir temastan fazlasıdır. Bir geçiştir. Bir aktarım. Bir devinim. Bir titreşim. Dokunmak: varlığın diğer varlıkla uyumlanmasıdır. Güneş toprağa dokunur ve çiçek açar. Su kayaya dokunur ve biçim verir. Rüzgar ağaca dokunur ve ezgiler çıkar. Sen sevdiğine dokunduğunda, yaşamı çağırırsın. Ve bu estetik, yalnızca fiziksel bir temas değildir. Bakışla dokunmak, sözle dokunmak, sessizlikle dokunmak, varlığınla birini sarmak, yarasına dokunur gibi bir ruha yaklaşmak… Bunlar yaşamın en ince sanatlarıdır. Bunlar, özgürlük kadar zarif, sevgi kadar köklüdür.

Dokunmaktan Korkan İnsan, Yaşamaktan da Korkar

Modern insan dokunmaktan çekinir çünkü açılmaktan korkar. Açıldığında zayıf sanılır, savunmasız hisseder. Ama bilmez ki, en büyük güç, içtenlikle dokunabilmektir. Dokunmayan insan zamanla soğur. Soğuyan insan, enerjisel olarak kurur. Kuruyan insan, sevgiye kapalı hale gelir. Ve böylece yaşamdan geçerken, ne çiçeğe ne insana ne kendine temas etmeden göçer.

Estetik Olan: Sevgide İncelmektir

Gerçek estetik, sevmeyi inceltmektir. Öylece sıradan değil, duyularla… Yüzeyden değil, özden… Görünenden değil, görünmeyenden sevmektir. Ve incelmek; sertlikleri bırakmak, zihinsel keskinlikleri yumuşatmak, hissedebilecek kadar yavaşlamak demektir. İncelen her varlık, dokunmayı öğrenir. Dokunmayı öğrenen, estetiğe uyanır.

Dokunarak Yaşatmak

Bir insana dokunmak, onu değiştirmek değildir. Onu sahiplenmek değildir. Onu “iyileştirmek” hiç değildir. Gerçek dokunuş, sadece varlığını hatırlatmaktır. Kimi zaman bir bakışla, kimi zaman bir sessizlikle, kimi zaman bir “ben buradayım” titreşimiyle… Ve bu dokunuş, senin ne kadar özgür, ne kadar açık, ne kadar canlı olduğunla ilgilidir. Çünkü dokunuş senin içsel alanının yankısıdır. Kendine ne kadar dokunuyorsan, sevdiğine o kadar derinlikte ulaşırsın.

İçsel Dokunmaya Direnç

İçsel dokunmaya izin vermeyen biriyle ilişki kurulamaz. Çünkü dokunmak sadece tenin teması değildir; birinin varlığına kendi özünden seslenmektir. Birçok insan, dokunulmak istiyormuş gibi görünür ama içeriye bakıldığında kapılar sıkıca kilitlidir. Zihin, yılların tortusunu taşır. İnançlar, korkular, geçmişin kırıkları, bedenin titreşimini örter. Sen izin verdiğini sanırsın belki… Ama hücrelerin gerilir, gözlerin kaçar, nefesin saklanır. Bütün varlığın “hayır” derken, dilinle söylediğin “evet” yalnızca bir yankıdır.

Enerji Alanındaki Etki

Her dokunuş, enerji bedenine bir dalga gönderir. Bu dalga, yalnızca fiziksel bir uyarım değil; titreşimsel bir yansımadır. Sevgiyle yapılan bir dokunuş, hücrelerde bir hatırlayış başlatır. Ama eğer enerji alanın çatışma, korku ya da bastırılmış duygularla doluysa, o dokunuş bile tehdit gibi algılanır. Sen dışarıdan yumuşak davranışlar sergilesen de, enerji alanın dikenlerle örülüdür. Ve bu dikenler, yaklaşanı değil; seni acıdan koruduğunu sandığın kendini kanatır.

Bedenin Hafızası

Beden unutmamıştır. Ne zaman kendini savunmak zorunda kaldığını, ne zaman sustuğunu, ne zaman hayır diyemediğini… Bunların hepsi enerji ve hücresel bellekte kayıtlıdır. Bir dokunuş geldiğinde, zihnin değil, önce enerjin ve bedenin karar verir. Ve eğer o bedende onarılmamış yaralar varsa, her temas bir tetikleyiciye dönüşür. Sen izin vermek istiyorsun belki… ama enerjin ve bedenin henüz güvenmiyor.

Blokajların Çözülmesi

Gerçek temas, yüzleşmeyi gerektirir. Dokunmak; bir kilidi açmak değil, kilitli kalmaya neden olan korkuyu fark etmektir. Kendine dokunmadığın sürece, kimse sana dokunamaz. İzin, bir düşünce değil; bir frekanstır. Ve bu frekans, yalnızca şefkatle, sabırla ve kendini duyumsayarak yükselir. İlişki kurmak, aslında iki titreşimin birbiriyle rezonansa girmesidir. Ama biri donmuşsa, diğeri akamaz. O yüzden ilk temas dışa değil, içe olmalı. İlk dokunuş; kendi karanlığına, kendi taşlaşmış bölgelerine, kendi unuttuğun beden parçalarına… Ancak içsel dokunuşa gerçekten izin verdiğinde, bir başkası seni hissedebilir. Ve sen de, ilk kez bir başka varlığın sıcaklığında, kendi derinliğini hatırlarsın.

Sonuç olarak:

Dokunmak; sanıldığı gibi bir eylem değil, varlığın bir halidir. Bu hal, estetikle bütünleştiğinde, sevgiyle sarmalanır. Ve biz o zaman, güneş gibi yaşatır, su gibi besler, hava gibi çoğaltırız. Çünkü yaşamın özü, dokunarak harika olmaktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Bêjdar Ro Amed Arşivi
SON YAZILAR