Şeyhmus DİKEN

Şeyhmus DİKEN

Ekmeğin Çarpmadıklarına

Ekmeğin Çarpmadıklarına

Kafamın üzerinde sağından ve solundan iki elimle tutarak bir yandan taş döşeli yolda takılıp düşmemek için yola bakarak bakır teştin içinde külçe gibi ağır mı ağır hamuru Hasırlı mahallesindeki o zemini cam kırıkları, kaya tuzu ve Karacadağın bazalt taşından yapılma “Ömer’in Fırını”na götürüp pişirilme sırasına koyuşumu! (Bazaltın taşla ilişkisini, bazalt taşın sönmüş volkan lav’ı olduğunu. Bir anlamıyla bazalt taşın aslında ateş olduğunu; fırınlara, taş fırınlara zemin olunca ısıyı uzun süre tutuşu ve geç soğuması nedeniyle tercih edildiğini çok çok sonradır öğrenmem).

Fırıncıya anamın isteğine göre “çarşi nişani” veya “mehle nişani” deyişimi. (Çarşı nişanı fırıncının sık tırnak atışıyla oluşan daha ince ve gevrek çabuk tüketilmesi gereken ekmek. Mahalle nişanı ise daha seyrek tırnak atışıyla, daha şişkin çıkan ve bir kaç gün kalsa da kurumayan ekmek).

Arada bir, teştin üzerindeki örtüyü kaldırıp anamın sıkı tembihiyle hamurun durumunu kontrol edişimi. Fırıncıya, “emice bizim sırayı öne alasan,hamur eşkidi, anam “qızacax” deyip rica edişimi!

Ekmekler fırından çıktıktan sonra ekmeğin, topuz, ya da çamaşır veya dam tokaç tutamağını andıran uç kısmının fırıncı hakkı olarak koparılışını.

Ve sonra da teştin içinde boyluboyunca Dicle’nin şebbot balıkları gibi uzatılarak üst üste yan gelip yatmış ekmeklerle yine başımın üzerinde hayli zorlanarak üç sokak ötedeki eve gidişimi.

Ve yolda rastladıklarıma “bir parça kopar, sevaptır..” deyişimi. Hem zaten ben demesem de her kim olursa yoldan geçenin nefsi çekerse göz hakkı, koku hakkı misali ekmek koparışı usüldendi.

Ve tabi ekmekten, fırından hatıra tazelerken ilkbaharda Karacadağın eteklerinde taze yeni göğermiş envayi çeşit endemik bitkiyle, otla, çayır çimenle beslenmiş hayvancağızların (koyunların) sütünden yapılıp şehre köylülerce getirilmiş imanlı (tam yağlı) taze peynirlerin bazalt taş avludaki ocakta odun ateşiyle eritilmesi (Yağı alınmış peynire “imansız” derlerdi)).

Sonra o erimiş peynirin genç kız saçı gibi örük haline getirilip tenekeye basılması ve hemen her gün sokaklardan bağırarak geçen lehimcinin tenekelerin ağzını lehimlemesi. Ardından içkaledeki küpeli buz fabrikasının soğuk hava deposunda peynirlerin kışa kadar bekleme dönemi.

İşte o eritilen peynirin kalan suyuyla yoğurulan hamurun ekmeği. Peynirin yağı ve kokusunun içine sindiği ekmek. Bugün bile tadı lezzeti hatırda. Yanında bir de o taze peynirle ve sadece taze peynir zamanı bahar ayında evlerde yapılan peynir helvasının (tatlısı) tel tel, lif lif ağızda eriyişi.

Bir de sonbaharda, kışa, kısa bir soluk kala bazalt taş avluda iki gözden kör Zaza bulgur çekicinin olanca kuvvetiyle bulgur çekme makinasının gün boyu süren kasnağını el ve beden gücüyle çevirirken o ritmik uğultulu sesle birlikte makinanın küçük bir mağara ağzı gibi görünen hazinesinden usul usul dökülen pilavlık, köftelik bulgurlar. En sonda eleğin dibi olarak kalan en ince bulgura Urfa isotu ve tereyağ ile karıştırılmış buğday unu ile yoğurulan hamurdan yine mahalle fırınında pişen bulgur ekmeği.

Ve tabi Ramazan oruç ayında bir de iki bayram; Ramazan ve Kurban bayramları arife günü evlerde hamuru hazırlanıp üzerine  azıcık küncü (susam) serpilmiş, hamuruna tereyağı karılmış diktörgen, lepig (yuvarlak) ve illa ki genç kızların saç örüğü şekilli mahlepli Diyarbekir Bayram çöreği (O yıllarda fırıncılar da bayram yapar ve kapalı olurdu).

Ve bazen, ender arada bir evde ev ekmeği yoksa, kalmamışsa sabah kahvaltısı için anamın beni fırına “çarşı ekmeği” almak / aldırmak üzere yollayışı. İlla ki de ev ekmeği için yollandığım Ömer’in fırını yerine bu kez çarşı ekmeği için “çırig fırını”na gidişim.

Çırig Fırını, Hasırlı Mahallesindeki evimizden çıkınca Surp Giragos Ermeni Kilisesinin bulunduğu Göçmen Sokağı öbür ucuna kadar bitirip sokağın sonundan hemen sola Eski Yoğurt Pazarı yoluna dönünce hemen karşıda sağdaydı. Kapısının yanında suyu incecik ip gibi akan çeşmesi olan ve adı da “çırig çeşmesi” olan bir fırındı!

Muhtemelen adını çeşmeden almış bir fırındı. Çocukluk yıllarımda en iyi lavaş ekmek (halk arasında açık ekmek) yapan bizim mahalleden bildiğimiz iki fırından biriydi, diğeri de eski yoğurt pazarındaki Mecid Ağanın Fırınıydı.

İnce tırnaklı çarşı ekmeğini çırig fırınından alır bir koşu eve kahvaltıya yetiştirirdim. (Çırig’in anlamını çocukken hiç bilmezdim. Merak da etmemiştim. Başka adlar gibi onun da bir adı vardı işte; Çırig. Aklım başıma erdiğinde öğrendim ki Çur Ermenice’de su demekmiş. İg eki de küçültme anlamına gelince çurig, küçük su, azıcık akan su anlamındaymış. Fırının en eski ilk sahiplerinin de Ermeni olduğunu öğrenince fotoğraf karesi tamamlanmış olacaktı! Tabi yılar ve de hayli yıllar sonra 2015’te o Hendekli barikatla sokağa çıkma yasaklı eski kentin alt-üst oluş yıllarında maalesef ev ekmeği fırınımız Ömer’in Fırını da, çarşı ekmeği fırınımız Çırig Fırını da dozerler kepçelerle yıkılıp dümdüz edildi. Hendek-Barikat gerekçe gösterilerek “Kentsel Dönüşüm”e kurban gitti. Çocukluk anıları da mekânlar da tarih oldu).

Bakın ekmek deyip geçmemeli. Nimetti(r) bizde. Çünkü emek işiydi, zahmet işiydi, göz nuru bilek kuvvetiydi ve ana’nın, çocuğun, fırıncının zahmeti vardı o bakır teştlerin içinde giden hamurun her topağıyla, geri dönen ekmeğin her lokmasında...

Sokakta yürürken yerde görülen bir parça ekmek yerden alınıp öpülür bir duvar deliğine ya da yüksekçe bir yere konurdu. Üzerine ayakla basılmasın, çiğnenmesin, emek ürünüdür, nimettir, kutsaldır diye. Kurdun, kuşun hakkı vardır o ekmeğin üzerinde diye. Kültürümüzde konuk edilecek kişi eve davet edilirken “hadi bize gel, iki lokma ekmeğimizi ye” denirdi.

Bugün Korona Virüs Salgınının her gün bir dolu insan evladını telef ettiği, günlerce yoğun bakımda yatırdığı ve milyon insanın evlere mahpus düştüğü hayli zor  zamanlarda hemen her ev bir fırın işliğine döndü gibi!

Ekmekçi, çörekçi, börekçi oldu Cem-i cümle millet. Hazır bunca ekmek muhabbeti sosyal medya üzerinden yapılıyorken koronavirüsten yasaklı günlerde! Hani Nazım diyordu ya; “İnsanlarım! Ah benim insanlarım! Açsınız! Etle, ekmekle beslenmeye muhtaçsınız...” Ben de naçizane hamur-ekmek-fırın muhabbetine katkı sunayım istedim.

Kelamda olduğu gibi; “Ekmek çarpsın ki” diyeceğim ama, kimi! Sahiden kimi...

Hatıradır işte...Dile, kaleme, kelama gelir...

Geldi geçti ömür(ler) yalana benzer misali...

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Şeyhmus DİKEN Arşivi
SON YAZILAR