Abdurrahim Kılıç

Abdurrahim Kılıç

Hatıramda Dilan Sineması

Hatıramda Dilan Sineması

            Üniversiteye başladığım doksanlı yıllarda Diyarbakır’da hâlâ bir sinema geleneği vardı. Okulun ilk haftalarıydı, küçük ilçemden ilk kez ayrılmış, bu kentin sıcak yüreğine büyük bir merak ve şevkle gelip yerleşmiştim. İstasyon Caddesi’ndeki eğitim fakültesi ( şimdiki il milli eğitim müdürlüğü) bahçesinde onlarca kez o kısacık beton yolda turlamaktan sıkılan yeni tanıştığım “şehir çocuğu” arkadaşım, sinemaya gitmeyi önermişti. Büyük bir heyecanla kabul etmiştim. Hangi filmi izleyeceğimizi bilmeden Şehitlik ara sokaklarından Dağkapı’ya yürümüştük.

            Hem kenti tanımanın, yeni yollar keşfetmenin hem de sinemaya gitmenin hazzıyla seri adımlarla yürüyor, zaman zaman arkadaşımı gerimde bırakıyordum. Sebze Hali’nin önüne geldiğimde kenarda dizilmiş üzüm kasalarından arkadaşım, bir salkımı almış, dükkan sahibine para ödemeden “Sağolasın dayı!” diye seslenerek olağan bir şeyi yapıyormuş gibi umursamaz biçimde yürümeye devam etmişti. İşin ilginci Hal esnafı hiç tepki göstermemiş sadece gülümseyerek ardımızdan bakmıştı.

            O zamanlar Sur diplerinde kahvehaneler vardı. Surların içindekiler kadar dışındakiler de tıklım tıklımdı. Surlar boyunca bitişik nizam dizilmiş kahvehanelerde binlerce kişi oturmuş, oyunlar oynuyor, derin politik çözümlemelerde bulunuyordu. Hal Pazarı’nın hemen karşısında kentin Lunapark’ı vardı, hani lunapark dediğim de şöyle bir salıncak, bir gondol, bir de balerin, Bunun dışında halka atılarak yabancı marka sigara kazandıran bir oyun, canavar gibi bir kaleciye gol atarsan yine sigara kazandıran gol atmaca oyunu, başka bir şey yok! Sahi o panter kalecileri niye büyük takımlar transfer etmezdi, şaşardım.

            Dağkapımeydanı’na çıkmadan önce sonradan Licelilerin işlettiğini öğrendiğim bir kahvehane vardı. Hayret orada oyun yoktu, herkes birbiriyle sohbet ediyordu. Bir de mavi gömleklilerin sayısı epey fazlaydı. Onu da sonradan öğrenecektim ki kentin en büyük otobüs firmasının sahipleri burayı işletiyordu ve yan tarafta otobüsler temizlenirken şoförler gelip orada dinleniyordu. Üstelik bu kahvehane pek çay hesabı tutmazdı. Müşterinin beyanı esastı. Ben hiç çay hesabı takmadım, ama bazı arkadaşlarım çok çayını bedavadan götürdü, bilirim. Gerçi işletmecinin yeğeni Yılmaz’la samimi arkadaş da olmuştum ya da o beni fark edip tanışmak istemişti.

            Surların bittiği yerde büyük bir meydan vardı, Dağkapı Meydanı… ama meydanın altına bir yeraltı çarşısı yapımı başlamıştı. Üzerinde de şehiriçi otobüsleri, minibüsleri için duraklar yapılacaktı. Büyük bir keşmekeşlik vardı. Hatta yolcular için bilet kesim yazıhaneleri ve bir de lüks pastane… sahi ne güzeldi o pastane, Dönemin şair, yazarları, kulakları çınlasın Hicri İzgören, Aydın Alp, Yılmaz Odabaşı nur içinde yatsınlar Veysel Öngören, İhsan Fikret hep oraya takılırlardı. Sonraları ne zaman gitsem akşamüstleri mutlaka birini orada bulurdum.

            Beden dibine kurulmuş Güneydoğu Gazeteciler Cemiyetilokalini de es geçmeyeceğim. Diğer mekanlara göre daha elit bir havada duruyor, belki de alkollü olması nedeniyle gündüzleri daha vakur, sakin görünüyordu. Tabi o dönemlerde biz öğrenciler için akşamları dışarıda dolanmak da zahmetli ve korkutucu bir durumdu, belirtmek gerekir.

            İşte Dilan Sineması bu yaşam renkliliği arasında meydanın köşesindeki binadaydı. Dik merdivenleri tırmanıp iki ayrı koridora bölünen loş ışıklı binaya ilk girdiğimde ruhumu kasvet basmıştı. Dönmeyi düşünmüştüm. Girişteki panoya gösterimde olan filmlerin afişleri asılmıştı. Hepsi de ciddi filmlerdi, esaslı filmlerdi.Gösterimde Siyabend ile Heco adlı film vardı. Şahin Gök’ün yönetmenliğini yaptığı filmin başrollerinde Tarık Akan, Mine Çayıroğlu ve Menderes Samancılar vardı. Dilan Sineması’na ilk gidişim, ilk tanışmam böyle başlamıştı. Birbirine bitişik dizilmiş tahta sandalyelerde filmi izlemiştik. Salon hıncahınç doluydu. İkinci gidişimde Mem Û Zin filmini izlemiştim. Sanırım bir ay sonrasıydı. Ümit Elçi’nin yönettiği bir filmdi ve başrollerinde Yalçın Dümer ile Meltem Doğanay oynuyordu. Edebiyatçı arkadaşımla Dilan Sineması’nın müdavimi olmuştuk. Her hafta mutlaka bir film izlemeye gidiyorduk.

            Sonra yıllar geçti ve Dilan Sineması AVM cep sinemalarına yenik düştü. Kapandı. Ve bu kentin hafızasından bir yaprak koptu. O sıralar Diyarbakır’da yaşamıyordum. Kapanmaması için karınca misali gücümle çaba harcadım. Ama olmadı, yetmedi…

            Dilan Sineması hepimizin anılarında mutlaka küçük de olsa bir yer tutuyor. Bu kentin yöneticileri balkon bölümü de dahil Dilan Sineması’nı yeniden kurabilirler ve bence tam zamanı.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Abdurrahim Kılıç Arşivi
SON YAZILAR