Ceylan Alkan

Ceylan Alkan

Ölüm Divanı

Ölüm Divanı

‘Acı Duymak, ruhun fiyakasıdır’

Acı her yerde çıkıyor karşımıza ve  yakamızı bırakmıyor  keder… Derdin bize ait olup olmaması fark etmiyor, sahipleniyor buluyoruz kendimizi. Neyse ki memnunuz halimizden; vicdan muhasebesinin bir sonucu olarak  insani ve ahlaki olana meylimizle. Çözüm arama, çare bulma iç güdüsüyle hareket etmemiz de ondan sanırım. Fakat  yazarın eserinde vurguladığı  “antibiyotiğin icadının hemen ertesinde yeryüzü demografisinin birden bire tavan yaptığı; sanayi devrimiyle insanlığın ilk defa tanık olduğu yoğun bir iş trafiği ve nihayet modern dönemde teknolojik ve dijital gelişmelerin, insanoğlunun yekdiğerine karşı oluşturduğu netameli güven ortamı insanın insandan kaçışını beraberinde getirdi” cümlesindeki haklılık payını da yok sayamayız. İnsan insanlığa uzak düştü velhasıl…

Mahmut Yavuz’un  eşi ve kızına  ithaf ettiği Ölüm Divanı adlı eseri, yirmi dört bölümden oluşuyor. Kitaptan birkaç başlığı sizlerle paylaşmak istiyorum. Yazarın kendi ifadesiyle gözbebeklerinden kalbine inen sitemli cümlelerin var olduğu bir eser olmuş. Yavuz, yazı hakkındaki düşüncelerini, ”anlaşılma duygu ve kaygısı, insanın iki adım ötesinde duran yalnızlık çukurundan sakınma refleksini barındırır” diye ifade etmiş.

Kayıp İzin Ardında/n adlı bölümde; “Aynı kitabın kapakları arasında debelenip duran harflerin kızgınlığı yanağımızda gül değil ne yazık ki. Bir yanda kül, berikinde yağmur…” diyen yazar,  “elimizde açtığımız/açtırdığımız yaraların sayısı bizi bitap düşürürken, kalbimizde arız olan öfke, hamakat; bir diğerini derdest etme arzusu; şu artık iyiden iyiye viranhaneye dönüşen lakayt dünyada misafirliğimizi unutmuşluğumuz…” diye de ekleme yaparak, insanın birbiri üzerindeki etkisinin ne denli vurucu, yıkıcı ve yıpratıcı  olduğuna dikkat çekiyor.. Değil mi ki, ‘İnsan hikayesinin başlangıcına ait her gerçek ne yazık ki katı ve bir o kadar da derindir.’

‘Polly Teyze Küçük Prense Karşı’ isimli bölümde yazar, “bu gökyüzü yaratılalı beri Yüce Rahman’ın emrettiği gibi kendisinden hiçbir şey kaybetmeden  varlığını sürdürmeye devam etti. İnsan için gök ve korunak olmayı cömertçe sürdürdü. Her şey usulünce ve yordamınca varlığından hiçbir ödün vermeksizin; görevini ihmal etmeksizin hayatiyetinden hiçbir şey kaybetmedi... Bir gök taşı kayarken en fazla tozlara dönüşüyor o kadar.” diyen yazar, inceden inceye insanların  yıkıcı ve yıpratıcı etkisi olduğuna bir kez daha vurgu yapıyor.  “ Bu böyleyken, kaybolmak ve kaybetmek ne yazık ki insana mahsus.” diye ilavede buluyor.  Bir gök taşı dahi dünyaya incitmeden iniyorken, ortada çekirdek kabuğunu doldurmayan sebeplerden  tozu dumana katanları  bilirsiniz… Çünkü diyor yazar  “çünkü insan insana karşı…” bu cümle açıklıyor her şeyi… Tıpkı Thomas Hobbes’un  “homo homini lupus” (insan insanın kurdudur)  ünlü sözü gibi…

‘Her ölüm, bir tufana açılır’ ve ‘Her ölüm, bir tufan bırakır’ ardında… Ve ekliyor yazar, Giden acıtır, ağlatır; çoğu zaman da derin yaralar bırakarak, var olan yaraları deşerek… “Kendimizden ne kadar iz düşürebiliyorsak yeryüzüne, gidişimizle o kadar çok boşluk oluştururuz.”  Ama bizim görevimiz boşlukları doldurmak elbette. Bu sebeptendir ki, gitsek bile o boşluğu dolduracak halef  bırakmak asıl amacımız olmalıdır. ‘Hoş felaket kimin umurunda’ diye inceden inceye sitemini de dile getiriyor. “Belki karanlık, çamurlu, tekinsiz; belki de aydınlık ve güvenli ama her iki durumda da mutlaka ağır risk ve kaygılarla yüklü yeni aynı zamanda soluksuz bir başlangıç…” diye de uyarısını yapmaktan vazgeçmiyor desek yeridir. Nedenini açıklar nitelikte bir soru yöneltiyor okuyucuya; “ Gerçekten insan bu kadar güçlü müdür? Yeryüzünde dahi kendini inşaya vakit bulamamışken, kendini imara açmamışken, tamirattan geçirememişken; daha yeryüzünde iken bağışlanan kontörlerini, yolun yarısında heba etmiş ve sersefil bir hayatın pençelerinde yol yorgunu bir kurbana dönüşmüşken, nasıl oluyor da karanlık, netameli koca dalgalarla karılan bir geleceğin pençelerine atlayabiliyor?  İnsan ki, en çok karanlıktan korkar ve karanlıkların kollarında debelenir; nasıl olur da bu denli acılı sularda yıkanır; acılı sulardan kana kana…” ve akabinde ” Bu yüzden yorgun çalıyor melek karşılama törenlerinde. Yorgun çıkıyor yola matemli adem... Ve sanıyor ki insan, Adem’den devraldığı yeryüzünü kendi varlığıyla müheyya kılmış, kalbinden ve parmak uçlarından akan şifa sularıyla Adem soyunu ihya etmiştir. Hani sanıyor ki insan, mübarek varlığı olmazsa yeryüzü imardan yoksun kalacak…” diye devam ediyor.

 “Zaten bir istasyon değil midir ki dünya, işi olanın  geçip gittiği?” cümlesiyle  de dünyaya olan bakış açısını da açıklıyor yazar.

 Yaralı bir dünyanın kalbine şifalı sözler adlı bölümünde; “insanlığın tembellik ve uyuşukluğun üzerine mayalı, dolambaçlı bir gaflet ağının örgüsünün bozulmasına ve belki de kahırlı ve kaygısız bir dünyanın balkonundan enbiyanın siretine bakacak seherin istiğfarına dikkat çekecek riyasız kahramanlar” ın olması gerektiğine vurgu yaparak; insanın  yekdiğerinin  kalbine peygamberce tevhidi ve istiğfarı fısıldayacak nübüvvet yolcularına olan ihtiyaca dikkat çekiyor.

Şefkat istasyonunda inecek var bölümünde ise; öncelikle “ şefkat özü itibariyle insanı önemsemektir, insanın  insana, insan yüzüyle bakmasıdır” tanımını yaparak başlanıp, modern insanların tüketmek için ürettiklerine dikkat çekilerek bu bağlamda, her insanın yaşamsal standardının  ‘pay/laşmak’  olması gerektiğini  vurgulanıyor.

Mahmut Yavuz, adalete bakışını da şu cümleleriyle tanımlamış; “adalet,  aslında eşyayı görerek yerli yerince oturtmaktır. Bu itibarla yerleşmemişlikten kaynaklanan her türlü sarsıntı adalet karşıtlığını, yani ezcümle zulmü ifade eder. Velhasıl-ı kelam kendimize hak ve özgürlük namına taşıdığımız veya taşıyacağımız her tür duyarlılık yanı başımızdaki için de geçerli değilse, adil sayılmayız” diyerek insanı samimiyete davet etmektedir.

“Kervanla beraber ama yalnız yol yürür insan, yola dair biriktirmesi gerekenle, yolda yüke dönüşenleri ayırt etmese ağır olan yük taşınamaz hal alıyor.” ifadesiyle yük olan değil, yük alan insanlarla yol yürünmesi gerektiğini  okurlarına hatırlatıyor.

Babaannesini de unutmamış yazar, onun  anısına  da bir bölüm ayırarak kim bilir belki de vefasını beyan etmiş. Etkilenmekten kendimi alamadığım ‘Çağdaş bir Yusuf  hikayesi bölümünde  en can alıcı cümle ile “ fakat Allah; kahramanı baba-oğul olan iki peygamberin, yalan bir hikayede kaybolmasına izin vermedi diyerek, bir Yusuf misali, bir Eyyüb ağrısında bir umut taşır. Biz de bir umut taşıyabilir miyiz Adem? Bunun üzerine gayrı söylenecek çok şey de yok diye düşünerek, aslında kitabı da layıkıyla özetleyecek nitelikte olması hasebiyle eserde yer alan bir  şiirle bitirmek istiyorum. Vesselam…

 

Şimdi abdest almanın vakti…

Şeytani kelimelerden arınmanın…

Yorulmuş bir kalbi dinginleştirmenin; sekine erdirmenin…

Yolu uzak olana azık sağlamanın…

Kirlenmiş olanı merhametle yıkamanın…

Şimdi evimize, derimize, kalbimize abdest  aldırmanın vaktidir.

Bize ait olmayan yüklerden, sıkletten kurtulmanın vaktidir.

Şimdi ilahi kelimelerle zihnimizi yıkamanın vaktidir.

Kalbimizi onarmanın; ruhumuzu savurmanın, haddimizi bilmenin vaktidir…

 

 

Mahmut Yavuz Hakkında

1965 yılında Diyarbakır’ın Silvan ilçesinde doğmuştur. Eğitimci olan yazar, Erzurum  Üniversitesi  Arap Dili ve Edebiyatı  bölümü mezunudur. Aynı bölümde yüksek lisansını yaptı, İlahiyat Fakultesi’nde ise doktora derslerini tamamladı . Türkçe, Kürtçe, Arapça dillerinde şiirleri olmasının yanı sıra; Arapça, Farsça, İngilizce  çeviriler yapmaktadır.   STK’larda hizmet üreten yazarın,  Dergah, Değirmen, Düş Çınarı, Lika Edebiyat, Edebiyat Ortamı ve Temmuz gibi dergilerde şiirleri yayımlanmış ve bir kısmında da yayımlanmaya  devam etmektedir. Şiir, Deneme gibi edebi metinlerinin yanında bilimsel eserler de yazmaktadır. Kimsenin Ölmeye Vakti Yok ( Şiir Kitabı/2013),   Ölüm Divanı (Deneme/2017) adlı eserleri mevcuttur ve basım aşamasında olan Kur’an ve Şiir ( İnceleme) adlı eseri  Eylül 2019’da yayımlanacaktır. Evli  ve  bir çocuk babasıdır.

 

 

 

 

 

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ceylan Alkan Arşivi

Kalp

18 Eylül 2020 Cuma 05:51
SON YAZILAR