Sayın: ÖCALAN’A
ÖZGÜRLÜĞÜN İNSANDA BAŞLAYAN FARKINDALIĞI
Gerçekliğe Adım Atmak
Fark Eden İnsan, Merhaba,
Nefes almanın güzelliği, doğa ve canlılarla birlikte solumanın esenliği, fark etmenin zarif inceliği ve paylaşmanın derin içtenliğiyle sizi selamlıyorum.
Cezaevindeyken her ay yazardım size. Dışarı çıktıktan sonra da, eğer yanılmıyorsam, bu altıncı mektubum olacak. Bununla birlikte, “Özgür Zeka ve An” kitabı ile son çıkan “İçsel Dönüşüm ve İçsel Sorgulama” adlı kitap çalışmamı da gönderdim.
Bana ulaşmış bir yanıt olmadı. Ya bana ulaşmadı, ya da sessizliğiniz bir tercih oldu. Her iki durumda da anlıyor, buna da değer biçiyorum.
Otuz yıllık cezaevi sürecinde olabildiğince derin bir inceleme içinde oldum. Mesele özgürlük, insan, doğa, enerji, dünya, canlılar ve evren olunca, bu incelemeler de özgürlüğün kırılma noktalarını bulmaya, hataları doğru tespit etmeye, kaybedilen yerin ana damarlarına inmeye dönüştü. Çünkü sorgulamak, şüphe etmek değildir; sorgulamak, yaşamın kendisini incelemektir. Kaybedilen yeri doğru tespit etmeden özgürlüğe yaklaşmak mümkün değildir.
Nereden ve Kimden Başlayacağız?
Defalarca paylaştığım gibi, mesele özgürlük olunca, nereden başlanacağı kadar kimden başlanacağı da önemlidir. Bugüne kadar çok şey yapıldı, mitolojik, inançsal, felsefi, bilimsel, sanatsal ve hatta enerjisel düzeyde.
Ama siz de takdir edersiniz ki, bütün bu çabalara rağmen özgür insanla buluşamadık. Demek ki hatalı giden bir şey var. Bu hatayı görmek, hem bireysel hem toplumsal dönüşüm için vazgeçilmezdir.
Benim vardığım yer şudur: Başlangıç noktası insandır. Ne Buda veya Budistler gibi ormana kapanarak, ne Zerdüşt gibi dağları mesken edinerek, ne inanç sahipleri gibi mağaralarda inzivaya çekilerek, ne de filozoflar gibi akademik tercihlerle hakikate ulaşmakla ilerlenebilmiştir.
Bu yolların her biri değerlidir; ama hiçbiri insanın kendisini hayatın içinde görmesinin yerini tutmaz. Gerçeği görmek, yaşamın içinde; ilişkilerde, temaslarda, paylaşımlarda ve dönüşümlerde gerçekleşir. Bunu görmeden, yaşamadan, kendimizi görebilmemiz de bilmemiz de mümkün değildir. İlerleyemeyişimizin sebebi de budur. Çünkü farkındalık, yön değişimi ister ve bu yön değişimi; hayatın içinde yaşamayı, ilişkileri anlamayı, doğru okumayı gerektirir. Ve işte burada devreye bilgelik girer: Bilgelik, düşünsel bir olgunluk değildir; görmenin bilgeliği, dinlemenin bilgeliği, dokunmanın bilgeliği, kendini keşfetmenin bilgeliği, kendini bilmenin bilgeliği, hayatta her an öğrenmenin bilgeliğidir.
Gerçek bilgelik, insanın kendini görme cesaretiyle başlar; kendini tanıma inceliğiyle derinleşir ve yaşamın bütün anlarını farkındalıkla soluyarak, gerçek insan formuna ve eylemine dönüşür. İnanç, ideoloji, sanat, felsefe… hepsi incelenmeli, ama hiçbiri mutlaklaştırılmamalıdır. Çünkü insan tüm bu alanların önündedir. Özgürleşecek olan da, zincirlerini yaratan da odur. O hâlde çözüm, insanda ve insana dair her şeydedir.
İnsanın Psikolojik Çöplüğü ve Özgürlüğün Engel Noktası
İnsan, binlerce yıllık tarih boyunca kendisini merkeze alırken, aynı zamanda kendisini en çok yitiren varlık da olmuştur. Bugün insanın içine bakınca, bir psikolojik çöplükle karşılaşıyoruz: birikmiş korkular, bastırılmış arzular, öfke, suçluluk, hırs ve doyumsuzluk… Bu çöplüğe sol versiyonlu parfümler veya feminist eksenli koku gidericiler sıksak da, kokunun kaynağı değişmedikçe çöplük, çöplük olarak kalır.
Gerçek dönüşüm, bu birikmiş yıkıntıları görme cesaretinden başlar. Kendini görmeyen insan, toplumu dönüştüremez ya da görebildiği kadar dönüştür. Problemli insanlardan sağlıklı bir toplum beklemek, sağlam bir bina yapmak için çürük taş kullanmak gibidir. Bu nedenle önceliğimiz, problemli insanı yani kendimizi çözmek, insanın içindeki tortuyu, bozulmayı, yitimi fark etmek olmalıdır.
Kaosun Kaynağı: Zihinsel Karmaşa
Bugün dünyada yaşadığımız kaos, insanın zihinsel karmaşasının dışavurumudur. Zihin kendi karmaşasını dış dünyaya projekte eder ve böylece şehirler, sokaklar, evler huzursuzlaşır. İnsan nefes alırken bile dertli, ilişkilerde huzursuz, düşüncelerde boğulmuştur. Bütün bu sıkışmışlık, özgürlüğün önündeki en büyük engeldir. Zihin karmaşası aşılmadan, gerçek özgürlükten söz edilemez. Bu karmaşayı çözmek, önce onu fark etmekle başlar: Kendi çıkmazını gören insan için artık çıkmaz diye bir şey kalmaz. Suçlamayı, şikayet etmeyi ve problemi dışta aramayı bırakabildiğimiz anda, problem dediğimiz şey erimeye başlar. Bu da güzel ve narin insanı, harika köy, kent ve şehirleri ve de yaşanabilecek dünyayı ortaya çıkarır. Elbette bu kolay değildir çünkü binlerce yıllık alışkanlıklarımız, zihin yapılarımız, koşullanmış reflekslerimiz kolayca çözülmez. Ama doğru yerden başlandığında, binlerce yılda yapılamayan, birkaç yılda yapılabilir. Doğru yer, insanın kendi içidir.
İnisiyatif, Sorumluluk ve Gerçek Demokrasi
Şu sözünüzü hatırlıyorum: “Sonsuz inisiyatife sahip olun ama hesabını veremeyeceğiniz hiçbir şeyi yapmayın.” Ne var ki bugün insanlar en küçük bir inisiyatife bile sahip değil, sahip olanlar ise yanlış bir inisiyatife sahip. Dünya’ya demokrasi dersi veriyoruz, ama kendi içimizde demokrat değiliz. Gerçek demokrasi, kendinden başlar. Kendi içinde esnek ve özgür olmayan bir insanın, dış dünyada adaletli olabilmesi mümkün değildir. Bu yüzden her insan, her ev, her aile, her kurum; birer farkındalık ve yüzleşme okuluna dönüşmelidir. Kendinden başlayan insan, çevresine yayılır; farkındalıkla yaşayan birey, topluma huzur getirir. Özgür toplum, özgür insanla başlar.
Gerçek Dokunuş ve Dönüşümün Çağrısı
Bugün herkesin sesi çıkıyor ama hiçbir şey düzelmiyor. Çünkü sesler çok, ama farkındalık ve dönüşüm yok; kelimeler çok, ama derinlik yok. Oysa görmenin bilgeliğine, dinlemenin sabrına, dokunmanın inceliğine ihtiyacımız var. Yani gerçek bir görmeye, fark eden, anlayan, birleştiren bir görme ve eyleme... Düzeltme inceliği ve hareketi önce kendimizden başlamalıdır. Binlerce yılın tortusunu ve çöplüğünü kendimizde görmeden hiçbir çıkış mümkün değildir. Ama bunu yapabilirsek, yani doğru adımı insandan yani kendimizden başlatabilirsek, hem bireysel hem toplumsal dönüşümün temelini atmış oluruz. O zaman “doğru insanlar” bir araya gelir ve bu buluşma, özgün, özerk, konfederal bir yaşamın ilk adımı olur.
Kendini Görmenin Işığı
Binlerce yılın tortusu, bir gecede temizlenmez; ama bir farkındalık anı, bin yılın tortusunu çözmeye yeter. Yeter ki insan, kendi gölgesinden korkmasın. Kendi karanlığına baktığında, karanlık artık karanlık olmaktan çıkar. O vakit insan, özgürlüğü arayan değil, özgürlüğün kendisi olan bir varlığa dönüşür. Fark eden insan, işte bu dönüşümün aynasıdır. Ve o ayna, yalnız bir kişiyi değil, tüm insanlığı yansıtır.
Ben bu çalışmaların dışında değilim; yazarak, konuşarak, paylaşarak ve yaşamın içinde olarak buna dâhilim.
Fiilî çalışmalara da her zaman açığım; ama her şeyden önce, anlamaya, görmeye ve açıklıkla yürünmesi gerektiğini görüyor, fark ediyor, seziyor, tanık oluyor, ayrımına varıyor ve idrak ediyorum. Çünkü sonunda kazanan hep bizler olacağız. Ön kabullerden, kalıplardan ve dayatmalardan özgürleşebildiğimiz ölçüde. Bölünmek değil, bütünleşmek; hizip değil, hakikat. Ve hakikat, her zaman fark eden insanın kalbinde doğar.
Fark Eden İnsan,
Gerçek özgürlük, dışsal bir kazanım değil, içsel bir farkındalıktır. Bunu görebilen insan, artık zincirlerini çözmeye başlamıştır. Ve her çözülme, bir doğuşun habercisidir. İnsanlığın vardığı bu eşik, içsel doğuşun artık ertelenemez bir zorunluluk olduğunu gösteriyor. Çünkü özgürlük, fark eden insanda başlar ve gören insanla tamamlanır.
Birlik Bilinci Üzerine
Aslında mesele sadece kurumların bir araya gelmesi değil… Devletin, belediyelerin, sivil toplumun ve halkların aynı bilinçte buluşabilmesi. Çünkü gerçek entegrasyon, masada imzalarla değil; zihinlerde, kalplerde kurulur. Bir ülke, ancak bütün parçaları birbirini anlayabildiğinde olgunlaşır. Devlet halkı duyar, halk devleti hisseder, sivil toplum köprü olur, belediyeler yerelden yaşamı taşır… O zaman sistem sadece işler hale gelmez; anlam kazanır. Bugün Türkiye’nin ihtiyacı olan da budur: Birlikten bahseden değil, birliği yaşayan bir toplumsal zemin. Kurumlar, halklar ve bireyler aynı vizyonu taşıdığında, entegrasyon bir zorunluluk değil, bir doğallık haline gelir. Ama elbette kolay değildir bu süreç…
Birlik bilincine ilmek atmak; okumakla, çok düşünmekle, çok çalışmakla ve sesini duyurmakla mümkündür.
Elbette kolay bir süreç olmayacaktır bu. Her bir insanın kendi duruşu, her kurumun kendi sorumluluğu vardır. Çünkü gerçek bütünleşme, hazır gelen bir armağan değil; birlikte örülen bir bilinçtir. Kendini bilen insan nasıl ki çevresini dönüştürürse, kendini bilen kurum da ülkesini dönüştürür. Ve işte o zaman, birlikte var olmanın yeni dili doğar adı da sade bir şekilde “biz” olur.
İçtenlikle. 4 Kasım 2025
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.