Zeynel Hebun Güler

Zeynel Hebun Güler

Son dize

Son dize

Savruluyor siyahın her tonuyla inatlaşan saçları,  savruluyor ve karanlığın aydınlık zerrelerine karışıyor saçının gri tonları. Vücudu, yeryüzü ile gökyüzü arasında can çekişirken düşünceleri uzay boşluğundan sonsuzluğa doğru dalgalanıyor. Yaşadığı yarım asır, yüzünü bir tuval gibi kullanarak çizgilere boğmuş; düşünceleri ise gözlerini tek bir noktaya tutturmuş gibi görünüyor. Binlerce düşünce tsunamiyi andırırcasına vuruyor zihninin kıyısına: hayaller, duygusuzluklar, can sıkıntısı, problemler... O ise tüm bu farkındalığın çıkış noktasını şu an bulunduğu yamaçta başlayan edebiyat hayatına bağlıyor. Dünyayı değiştirmekle başlayan çocukluk hayalleri şimdi değişen dünyadan kendini kurtarmaya çalışıyor. Şen şakrak geçen çocukluğu nasıl oluyor da hüzünlü bir öykü gibi bu sona bağlandı çözemiyor bir türlü. Belki de yazdığı o hüzünlü öyküler gerçekti. ”Sâhi, ya gerçekten yaşandıysa onca hüzünlü öykü ya da tümü ürünüyse hüzünlü düşünceler üreten zihnimin.” diye geçiriyor içinden. En dibe vurduğu anda bile düşünmekten alıkoyamıyor kendini. “Belki bu kadar düşünmeseydim olmazdı tüm bunlar, varmazdım bu sonsuz mânâsızlığa ve her gün güzel öterdi kuşlar.” bu oluyor içinden geçenler. Mutluluğu ararken bulduğu bu sonsuz ve mânâsız yaşam boşluğunu, düşünmeye bağlıyor kendince. Düşünmeyi ise yıllar önce bu yamaçta rastladığı ve hayatını sonsuz bir düşünce boşluğuna ittiğini düşündüğü o kitaba bağlıyor. Her şeyi başlatan, dünyadaki bu anlamsız zincirin farkına varmasını sağlayan tek bir kitap oluyor çıkardığı sonuç. “Bir zamanlar burada bir kitap vardı, herkesin okumaktan korktuğu.” diye geçiriyor içinden. Sonsuz bir kin duygusuyla şu anda burada, her şeyin başladığı yerde duruyor. Çocukken kitap okumak ve yazmak istediğinde hep geldiği o dağ yamacı hâlâ yemyeşil duruyor ayaklarının dibinde. Dünya’nın ve sorgulamanın farkına vardığı bu yamaç bir yandan ayrı bir önem taşırken bir yandan da ayrı bir önemsizlik taşıyor onun için. Çünkü kendini delirmenin kıyısında ama hatıraların dibinde hissediyor burada iken.

 “İnsan, yüreğinde mutlulukla doğan, çocukluğunda mutlulukla yaşayan ve yetişkinliğinden ölene dek mutluluğu arayan bir varlıktır. Bu durumun farkına varmayanlar gâyet düzgün bir yaşayış içerisindeyken, farkına varanlar ise manâsız bir yaşama merhaba der.” böyle yazmıştı bir öyküsünde. O, bu durumun farkına varanlardandı yani yaşamın mânâsızlığında çırpınanlardan. Peki onu bu hale getiren neydi? Akranlarının mutluluğu yaşadığı yıllarda o bir kitap bulmuştu bu yamaçta, burada bulduğu tek bir kitapla başlamıştı her şey onun için. Onu alıp götüren okuma tutkusu, kitapları tek dostu olmuştu. Onu yaşam bilincine ve bu derin anlamsızlığa sürükleyen tek unsur yıllardır tek dostu olan kitaplar ve yazdıklarıydı ona kalırsa. Mutluluğu doyasıya yaşaması gereken yıllarda mutluluğu aramaya sevk etmişti onu kitaplar ve bu yolda tanışmıştı yazmak eylemi ile. Şimdi ise yaşamın anlamsızlığının intikamını yazdıklarından almaya karar vermişti. Çünkü onlar kalmıştı bir tek onu terk etmeyen ama o yine de kitaplara ve yazdıklarına bağlıyordu her şeyi. Vefâsız yaşamın vefâlı suçlularıydı kitaplar ve yazdıkları. Kimi zaman tüm düşüncelerini sona erdirecek bir çözüm olarak intiharı düşlediği oluyordu ama yakıştıramıyordu ruhuna pes etmeyi. Zirâ şöyle yazmıştı bir keresinde: “Intihar aslında ukala ruhların bedene tahammülsüzlüğünden zuhur eder.” Yazdıkları ve yaşadıklarının ters düşmemesine dikkat etmişti hep. Tüm bu sebeplerden dolayı şu anda buradaydı, çocukluğunun geçtiği o güzel dağın yamacında duruyordu, elinde yıllardır yazdıklarıyla. Yazmak ve okumakla geçen yaşadığı yarım asırdan alamadıklarını, geri kalan hayatından alacağını düşünerek veda etmeye karar vermişti yazdıklarına.

  Uzaklara dalmışken yine acı bir gerçeklik kaplıyor dört yanını. Çocukluğunda arkadaşlarından kaçıp yazmaya geldiği burada şimdi ise gerçeklerden kaçmaya gelmişti. Boş gözlerle incelemeye başlıyor etrafı. Daha dün gibi geliyor ona burada yazdığı ilk dizeler, şimdi ise derin bir vazgeçişle duruyor aynı yerde. Aniden başını kaldırıyor, karanlık gökyüzüne dalıyor bakışları ve veriyor kararını. Son bir kez daha yazmak geliyor içinden, en azından son bir kez aktarmak düşüncelerini kağıda ve veda etmek yazmaya. Sıtma gibi titreyen elleriyle açıyor eski püskü defterlerinden birinin son sayfasını. Parıldayan yıldızların loş ışığında başlıyor son dizelerini yazmaya:

“Okudum,

Üzerinden yüzyıllar geçmiş bir intikamı alırcasına okudum,

Ve yazdım,

Aldığım intikamın pişmanlığıyla yazdım...”

 Bir damla gözyaşıyla kapatıyor elindeki defteri ve yalpalayarak yürüyor uçuruma doğru. Yıllardır içindeki duyguları ve yalnızlığını paylaştığı defterlere son kez bakıyor. Ve fırlatıyor yılların intikamını alırcasına uçuruma doğru. Yavaşça geri dönüyor ve bir an önce ayrılmak istiyor buradan kaçışların fayda etmeyeceğini unutarak. Ama bilmiyor ki yazdıkları arsız gölgesi gibi peşini bırakmayacak...

Zeynel Hebun Güler

 

 

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Zeynel Hebun Güler Arşivi
SON YAZILAR