Yaşayan Putlarımız
İnsanoğlunun tarihi, aslında tek bir arayışın hikâyesidir: Kendini aşmaya çalışan, kendine yön veren bir kudret arayışı…
İlk insanlardan bugüne kadar insanlar hep bir “dayanak” aramıştır. Bu arayış sonucunda peygamberler gelmiş, uyarılar yapılmış, yollar gösterilmiş. Ama tarih de gösteriyor ki insan kalbi, ne kadar uyarı görürse görsün, sapmaya daima meyilli olmuştur.
Kur’an’da bu sapmanın sembolleri olarak geçen Lât, Uzza ve Menat yalnızca eski çağlarda dikilmiş taş putlar değildi. Zaten ayet, bu “isimlerin” gerçekte ne olduğunu açıkça söylüyor: “Onlar, sizin ve atalarınızın uydurduğu birtakım isimlerden ibarettir.” Yani mesele, taş ya da tahta değil; kalbin içindeki yöneliş.
Bugün o putların şekli değişti. Putlarımız ölmedi aslında sadece modernleşti.
Lât, kelimesi “otorite” demekti.
Uzza, “güç ve kudretin” sembolüydü.
Menat ise, hiç yabancı olmadığımız bir kelimeye: Para.
Bugün aynı isimler hayatın merkezine oturtulmuş durumda. Aradaki tek fark şu: Eskiden insanlar taşa tapıyordu, bugün ise kendi oluşturdukları sisteme.
İnsanların tarih boyunca en çok yöneldiği şey, kendisine mutlak itaat edilmesini isteyen büyük otoritelerdir. Bugün bu “otorite” kimi zaman bir devlet yapısında çıkar karşımıza, kimi zaman bir lider kültünde, kimi zaman bir ideolojide. İsimleri değişir: ülke, otorite, makam, güç merkezi, para ve daha niceleri…
Birinci put (Lât), sorgusuz itaati talep eder. İnsan aklının devre dışı kalması, vicdanların susması en büyük amaçtır. En güzel örneği günümüzde ABD. Başında aklı başında olmayan bir tüccar ve dünyayı istediği şekilde yönetmek istiyor.
İkinci put(Uzza), her dönemin en tehlikeli tutkusu olan güçtür. Silahı olan güçlüdür, toprağı olan güçlüdür, petrolü olan güçlüdür… Nüfusun, nüfuzun, ordunun ya da teknolojinin büyüklüğü insanlara kendini tanrı gibi hissettirir. İşte İsrail’in tavrı ortada. Parasıyla, teknolojisiyle dünyaya kafa tutmaya devam ediyor.
Gücün olduğu yerde merhamet azalır; kudret sarhoşluğu artar. Bu yüzden tarihteki en büyük zulümler hep “güç adına” işlenmiştir.
Üçüncü putumuz(Menat) ise bugün bütün şehirleri, bütün ekonomileri, hatta ilişkileri bile şekillendiren paradır. Altın, gümüş, dolar, euro fark etmiyor; insanın içine hükmettiğinde hepsi aynı şeye dönüşüyor.
Para, hiçbir dönem bu çağdaki kadar kutsanmamıştı. Sermaye büyüdükçe kalplerimiz katılaşıyor, rakamlar büyüdükçe vicdanlarımız susuyor. “Değer” dediğimiz şey artık cüzdanla ölçülüyor. Bunun da en güzel örneği çağımızın insanları. Şöyle bir sosyal medyaya bakın. Para kazanmak için insanların kendini düşürdüğü halleri göreceksiniz. Yazmaya kalemim söylemeye dilim varmıyor.
Bugün dünyamız neden bu halde mi? Otorite hırsı… Güç yarışı… Para kavgası…
Emperyalizm otoritenin kirli yüzü; faşizm gücün tehlikeli gölgesi; kapitalizm ise paranın yeni adı.
Eski putların yerinde üç büyük sistem var; ama hepsi aynı şeyi istiyor: insanın teslimiyeti.
Asıl put, dışarıda değil; Nefsin tutkularında, arzularında ve vazgeçemediği kutsallarında.
Lât sadece bir taş değil. Otoriteyi kutsayıp zulmü meşrulaştırdığımız her yerde Lât yaşıyor.
Uzza bir heykel değil. Gücü putlaştırıp adaleti küçülttüğümüz her yerde Uzza büyüyor.
Menat bir put değil. Bugün bankaların, piyasalardaki rakamların içinde yaşıyor. Parayı hayatın merkezine koyduğumuz her yerde Menat hâlâ ayakta duruyor.
Peki ne yapmak gerekir? İç dünyamızın karanlık putlarını görmek ve onları kırmak.
Otorite hırsına karşı adalet, güç tutkusuna karşı merhamet, para sevgisine karşı tevazu…
Putları kırmak ancak böyle mümkün.
Bu çağın insanı belki teknolojiyle ilerledi ama ahlaki olarak çöktü.
İnsan eğer kendi içindeki bu üç putu devirebilirse, dünya daha adil, daha temiz, daha yaşanabilir bir yer haline gelir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.