Adalet ah Adalet!!!
Günümüzde birçok kurumda özel sektör veya kamu kurumu fark etmeksizin çalışan hakları konusunda ciddi sıkıntılar olduğunu bilmekteyiz. Acaba bu sorunlar neden kaynaklı hiç düşündük mü? Çalışanlar mutsuz. Aldığı maaşı beğenmeyenler, üst kadrolara yükselmede eşit davranılmadığını ileri sürenler ve daha niceleri.
İşte yöneticilerin yapması gereken şey iş yerlerinde huzur arıyorsa önce kendi terazisine bakması gerekmekte: Adalet terazisi dengede mi?
İnsan toplulukları, ister bir devlet, ister bir şirket, ister bir aile olsun; içlerinde adalet tesis edilmemişse orada uzun vadede ne huzur kalır, ne verim, ne sadakat... Çünkü haklıya hakkı verilmediği, kul hakkının gözetilmediği bir yerde insanlar birbirine güvenmez. Güvenin olmadığı bir yapının ayakta kalması ise ancak baskıyla mümkündür. Oysa korkunun ve baskının hüküm sürdüğü yerlerde ne üretkenlik gelişir, ne iç huzur bulunur.
Hadi biraz geçmişe gidelim.
Kur’an, adaleti sadece ahlakî bir değer olarak değil, bir emir olarak sunar:
“Şüphesiz Allah size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emreder...”(Nisa, 58)
Bu ayet yalnızca kadıyı bağlamaz. Her sorumlu yöneticiyi, her amiri, her lideri bağlar. İster bir kamu kurumunu yönetin, ister bir şirketi... Adaletin eksildiği yerde, huzurun kaybolması kaçınılmazdır.
Hak ve liyakat aslında yönetimin belkemiğidir.
Hz. Peygamber (sav), Mekke’nin fethi sırasında hepimizin bildiği üzere Kâbe’nin anahtarını “Allah, size emânetleri ehline vermenizi, insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adâletle hükmetmenizi emreder. Allah, size böylece ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz ki Allah, işiten (ve) görendir” ayetini okuduktan sonraOsman bin Talha’ya vermiştir.
Hâlbuki Allah’ın evine hizmet etmeyi en üstün bir şeref ve mukaddes bir vazifetelakki eden ashâbın ileri gelenleri, Kâbe anahtarının kendisine verilmesini istiyordu. Ancak Allah Resûlü (s.a.v), emâneti ehline verdi.
İşte bu sözdür Medine’yi bir fazilet devletine, insanlığı ise güven içinde yaşamaya taşıyan.
Çünkü adalet, kayırmanın, torpilin, adamcılığınpanzehiridir.
Liyakat, ehliyet ve dürüstlük; her yönetimin gerçek direğidir.
Osmanlı’da ise “Adalet mülkün temelidir” sözü çok ciddi bir şekilde uygulanmış, bir yönetim felsefesi haline gelmiştir. Kadıya rüşvet verdiği tespit edilen vezirlerin bile görevden alındığı belgelerle sabittir. Devletin bekası, adaletle özdeşleşmişti. Nitekim Kanuni Sultan Süleyman sadece toprak değil, “kanun ve nizam” bıraktığı için “Kanuni” sıfatını aldı.
Bugün modern kurumlar, şirketler veya kamu idareleri fark etmeksizin eğer çalışanlar arasında adalet hissi zedelenirse; verimlilik düşer, sadakat azalır, çalışanlar küser, işler ehil olmayan ellere teslim edilir, kısa vadede kazanılsa bile uzun vadede itibar ve güç kaybedilir.
Bir kurumun içi, adaletsizlikle çürür. Zorbalıkla ayakta duran hiçbir yapı sonsuza kadar ayakta kalamaz. İslami prensiplerle bağdaşmayan yönetim biçimleri, eninde sonunda ya içerden dağılır ya da dışardan çözülür.
Her yönetici bir emaneti taşır. O emanet; insanların haklarıdır. Kur’an’ın deyimiyle “adaletle hükmetmek” sadece yargıçların değil, tüm yönetenlerin sorumluluğudur. Hele de işin içerisine bir de kul hakkı giriyorsa vay halimize. Yaptığımız uygulamalar, aldığımız kararlar adaletli değilse üstüne üstlük birilerinin hakkını gasp ediyorsa ne olacak hiç düşünüyor muyuz? Kul hakkı. Allah’ın bile affetmediği bir hak. O zaman yapmamız gereken basit alacağımız kararlarda, yaptığımız uygulamalar da adaleti gözetmek.
Çünkü adaletin olmadığı bir yerde dua eksik, emek eksik, bereket eksik olur.
Ve unutmayalım: Adalet yerini bulmazsa, zulüm mutlaka var olacaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.