Bêjdar Ro Amed

Bêjdar Ro Amed

EVRENSEL DÜŞÜNCE TARİHİNDE YANILGILAR ÇAĞI

EVRENSEL DÜŞÜNCE TARİHİNDE YANILGILAR ÇAĞI

Felsefenin Başlangıcından Çıkmazlarına Kapsamlı Bir Bakış

Giriş: Felsefenin Krizi – Temeldeki Yıkım, Yüzeydeki Parıltı

Felsefe, tarih boyunca insanın varoluşsal sorularına yanıt aradığı, kendini ve dünyayı anlamlandırmaya çalıştığı en köklü alanlardan biri olarak kabul edilmiştir. Ancak bu kabul, çoğu zaman eleştirel bir sorgulamadan çok, geleneğin ve akademik rutinin devam ettirilmesine hizmet etmiştir. Bugün, özellikle 20. ve 21. yüzyılda giderek görünürleşen bir gerçeklik vardır: Felsefenin kendisi bir krizin içindedir.

Krizin Derinliği: Yöntemin Ötesinde Bir Zemin Sorunu

Bu kriz, yalnızca yöntemsel, kavramsal ya da kurumsal bir çöküş değildir; çok daha derin bir zeminsizliğin sonucudur. Felsefe, doğuş anından itibaren problemli bir zemin üzerinde yükselmiş, bu nedenle kendi çıkmazlarını derinleştirmekten başka bir işlev görememiştir.

Düşüncenin Kırılma Hatları: Mitolojiden Bilime

Mitolojiden dine, dinden felsefeye, oradan da bilime uzanan düşünsel evrim hattı, ilk bakışta bir ilerleme gibi görünse de, özünde tahribata uğramış bir insan zihninin kırılmalarından ibarettir. Her bir aşama, bozulmuş bilincin kendi varoluşsal yarasını örtme çabasıdır.

Hakikatin Yerine Onarım: Kurucu Anların Problemi

Ne mitoloji bir hakikatin diliydi, ne din mutlak bir deneyimin yankısıydı, ne de felsefe gerçek bir özgürlük alanı kurabildi. Hepsi, insanın bozulmuş zihninin bir tür onarım çabası olarak doğdu. Ama bu çabanın kendisi, temeli sorgulamak yerine yeni yapılar inşa etmekle meşgul oldu.

Parlak Kavramlar, Çatlak Temeller

Thales’ten Spinoza’ya, Taha Es’ten Soft Top’a uzanan çeşitli düşünsel figürler yalnızca güzel sözler, keskin kavramlar ya da parlak sistemler üretmediler. Onlar aynı zamanda bozuk bir temelin üzerinde yükselen düşünsel mimarinin içindeki çatlakları da temsil ederler. Bu sistemler çoğu zaman çözümden çok yeni sorunlar doğurdu.

Zemin Üzerine Düşünmek: Felsefi Eylem ve Yaşantının Ayrılığı

Mesele, doğru düşünceler üretmek değil; doğru bir zemin üzerinde yürümek ve yaşamaktır. Felsefenin krizi de burada başlar: Yanlış bir temelde kurulan her sistem, ister istemez bir çöküşe hizmet eder. Düşünce, yaşam ve ilişkileri yöneten psikolojik bariyerler ve temel olur. Bu anlamda felsefe yalnızca estetik bir kabuktan ibaret kalır.

Sistemin İhtiyacı mı, İnsanın Yarası mı?

Felsefenin bir çözüm aracı olarak değil, çoğu zaman sorunun kendisi olarak işlediği bir düzlemde, şu soru yakıcı biçimde sorulmalıdır: İnsan deneyimi, bu kadar çok sistem kurmaya neden ihtiyaç duydu? Ve neden bu sistemler, insanı kendi bütünlüğünden daha da uzaklaştırdı?

Yaşamdan Yükselen Sorgulama: Akademik Olanın Ötesi

Bu metin, akademik gelenek içinde bir sorgulama yapmakla kalmaz; aynı zamanda akademik olanın ötesinde, yaşamın içinden yükselen bir bütünlük çağrısı yapar. Çünkü felsefe, eğer yeniden doğacaksa, bu doğum ancak kendi ölümünü tanımakla, kendi çıkmazını itiraf etmekle ve kendi temellerini yeniden kurmakla mümkün olabilir.

Felsefenin Tarihsel Doğuşu ve İnsan Zihnindeki Tahribat

Felsefe, tarihsel süreç içinde insan zihninin ortaya koyduğu en derin arayışlardan biridir. Ancak bu arayışın kökeni, insanın varoluşuna dair saf bir gerçeklik bilinciyle değil, zihinsel bir tahribat ve eksiklik sonucu ortaya çıkmıştır.

Mitolojik çağda, insan zihni çoğunlukla inanç ve din temelli anlatımlarla gerçekliği anlamaya çalıştı; bu anlatımlar çoğu zaman sembolik ve parçalıydı. Felsefe ise bu yetersizlikler ortaya çıktığında ve insan zihni kendi deneyimsel gerçekliğiyle yüzleşme ihtiyacı duyduğunda doğdu. Bu doğuş özellikle Antik Yunan’da, Anadolu’nun batısında, Thales ve diğer Presokratik filozofların çalışmalarıyla somutlaştı.

Ancak bu felsefi doğuş da kendine özgü temel sorunlar içeriyordu. Çünkü ne mitoloji, ne din, ne de felsefe, gerçekliği tam ve bütünlüklü bir biçimde kavrayabilmişti. İnsan zihnindeki tahribat, özellikle deneyimsel zihinle kendini var etme çabası sırasında derinleşti ve bu süreç insanın kendisinden kopuşunu hızlandırdı.

Mitoloji, Din ve Bilimin Felsefeyle İlişkisi

Mitoloji, insan zihninin doğa ve yaşam karşısındaki çaresizliğinin ilk anlatısıdır. Semboller ve efsanelerle bilinmezliği anlamlandırma çabası, ancak sınırlı bir yeterlilik sunabildi.

Din, mitolojinin sistemleştirilmiş biçimidir. Ancak metafizik varsayımlarla örülü bu yapı, felsefenin bağımsız bir zemin kurmasını zorlaştırdı.

Bilim, felsefeye tepki olarak doğdu. Ölçülebilir ve deneylenebilir bilgiye yöneldi. Ancak bilim de felsefenin kriziyle hesaplaşmadan yoluna devam etti.

Felsefenin Yanlış Temelleri ve Çıkmazı

Felsefenin tarihsel gelişimindeki temel sorun, sağlam bir zemin eksikliğidir. Doğru temel, deneyim ve gerçeklikle uyumlu, bütüncül ve kendini yenileyebilen bir farkındalık bilinci olmalıydı. Oysa felsefe, mitolojik ve dinsel kalıntılarla yoğrulmuş parçalılık üzerinden gelişti. Bu da düşünsel yapının kırılganlığını artırdı.

Kırılmanın Sükûneti: Zerdüşt, Buda ve Sessiz Felsefenin Katkısı

Zerdüşt ve Buda gibi figürler, yalnızca söylemleriyle değil; aynı zamanda o söylemin hangi zemin üzerinde doğduğu ve neyi iyileştirmeye çalıştığıyla önemlidir. Onların öğretileri, felsefeden çok bir tür sessiz direnişi, yaşamın ve içsel bilincin yeniden hatırlanışını temsil eder.

ÖZÇAĞRI: Düşünceden Temasa, Bilgiden Görüşe, Kavramdan Yaşama

Ey insan, Binlerce yıl boyunca düşünceyi yücelttin, felsefeyi zirveye koydun, hakikati kavramlarla ölçtün. Ama sen ne kadar düşündüysen, kendinden o kadar uzaklaştın. Çünkü mesele düşünmek değil, temas etmekti. Mesele hakikati bilmek değil, hakikatin içinde yaşamaktı. Bugün felsefe bir çıkmazdadır. Ama bu çıkmaz felsefenin değil, senin çıkmazındır. Zihnin tahrip oldu, kalbin kapandı, bedenin uzaklaştı. Felsefe, bu bozulmanın dili oldu; şimdi senin sorumluluğun, onu sessizleştirip yaşamı yeniden duymaktır. Artık kelimeleri değil, bakışları oku. Artık sistemleri değil, ilişkileri kur. Artık “ne düşünüyorsun” değil, “neyi hissediyorsun” sorusu ile başla. Doğa senin dışında değil, yüzleşmen gereken yuvandır. İnsan senin rakibin değil, ayna içindeki kırılmış parçandır. Sen, kendinle karşılaşmadan, dünyayla barışamazsın.

Ey insan, Artık düşünceyle değil, yaşayarak bil. Felsefeyle değil, sessizlikle düşün. Bilgiyle değil, farkındalıkla yürü. Çünkü gerçek dönüşüm, teoriden değil, temastan doğar. Ve en büyük düşünce, belki de hiç dile gelmeyendir. Ama yaşayan, hissedilen, dokunan bir hakikattir.


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bêjdar Ro Amed Arşivi
SON YAZILAR