Çürümenin kaçınılmaz sonu: Yıkım
Toplumlar da tıpkı insanlar gibi, kaderin kollarında bir ömür boyu yürürler. Doğar, büyür, güçlenirler. Kaderin rüzgârıyla yücelir, ama aynı zamanda zaafların karanlık kuyusuna düşer, hataların yükünü omuzlarında taşırlar. Tarihin derinliklerine baktığımızda, bu kaçınılmaz gerçek karşımıza çıkar. İbn Haldun’un zamana meydan okuyan sözleri bu döngüyü özetler:
“Devletler de insanlar gibidir; doğar, büyür ve ölür.”
Ölüm… Sadece bir son değil, kaçınılmaz bir hakikat. Bireyler için olduğu kadar milletler için de. Ancak bu sona giden yol, sessizce sarmalayan bir zehirle hızlanır: toplumsal çürüme.
Ahlaki değerler birer birer erir, adaletin terazisi titrer, çıkarcılık gölgesini her yere salar. Liyakat yok sayılır, ehil olmayanlar saltanat sürer. Sadece siyaset değil, ticaret, eğitim, sanat, hatta toplumun ruhu bile yozlaşır.
Kutsal kitabımız Kur’an, bu büyük imtihanı bizlere şöyle haber verir:
“Her milletin belirlenmiş bir süresi vardır. Süreleri dolduğunda, ne bir an geri kalırlar ne de öne geçebilirler.” (A’râf Suresi, 34)
İşte zamanın kesin hükmü! O süre dolduğunda, yıkım kapıyı çalar. Toplum ya adaletle direnir, nefesini uzatır; ya da zulme teslim olur, kendi sonunu çağırır.
İbn Haldun’un “asabiyet” dediği ruh, milletin kalbidir. O kalp güçlü attıkça devlet yükselir, ufuklar genişler. Ama lüksün, israfın, çıkarcılığın zehri asabiyeti paramparça ettiğinde; devletin nefesi kesilir, karanlık çöker.
Ve karanlık geldiğinde, adalet yerle bir olmuş, direnç kırılmıştır. O andan sonra çöküş kaçınılmazdır; tarih, aynı sonu tekrarlar.
Kur’an, bu felaket anını şöyle anlatır:
“Nice memleketleri helâk ettik; azabımız geceleyin ya da gündüz, onlar dinlenirken geldi. O an geldiklerinde, tek diyebildikleri ‘Gerçekten biz zalimmişiz.’ oldu.” (A’râf Suresi, 4-5)
O an… Pişmanlığın çoktan anlamını yitirdiği an.
Türkiye olarak bizler, bu karanlık anları bizzat yaşadık. Bir pandemi geldi; en kudretli ekonomileri diz çöktürdü, sağlık sistemimizi sınırlarına kadar zorladı, insanlarımızı evlerine hapsetti. Ardından, doğanın öfkesini taşıyan depremler; şehirlerimizi yerle bir etti, binlerce can yitirdik, milyonlarca insan evsiz kaldı. Siyasal fırtınalar, toplumsal kutuplaşma, güven krizleri ise zaten kırılgan olan birliktelik ipimizi daha da gerdi.
Bu felaketler sadece tesadüf değil; yılların ihmali, adaletsizlik, liyakatsizlik ve ahlaki iflasın somut yansımalarıdır.
Tarih ve vahiy, aynı uyarıyı yineliyor:
Toplumsal ahlak çökmeden, adaletin terazisi bozulmadan önce harekete geçmezsek; yıkım kaçınılmazdır. O vakit geldiğinde, ne geçmişe dönüş vardır ne de geleceği değiştirme gücü.
Ve o gün geldiğinde, sadece tarih değil; vicdanlarımız da hıçkıracaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.