Av. Güler Koçyiğit

Av. Güler Koçyiğit

“ELLERİME BAKTILAR”

“ELLERİME BAKTILAR”

Av. Güler KOÇYİĞİT

Bir yol hikâyesiyle başlamak istiyorum. 90’lı yıllar, lisede öğrenciyim. Lice Sağlık Ocağında göz doktoru olmadığı için Dicle Üniversitesi Hastanesine sevk edilmiştim. Lice’den Diyarbakır’a, hastaneye gitmek için yola çıkmıştık. Yanımda babam var.

Yol boyu insana kendisini diken üstünde hissettiren duraklamalardan biri daha. Askeri kontrol noktası. Dolmuşu durdurdular. Kimlik kontrolü için hepimizi aşağı indirdiler… Kontrol başladı. Benden de kimliğimi istediler ama ben kimliğimi evde unutmuştum. Devreye babam girdi. Sevk kağıdını gösteriyor, ısrarla kızı olduğumu, Diyarbakır'a doktora götürdüğünü anlatmaya çalışıyor. Ama inandırmak kolay değil.

En sonunda ellerime baktılar. Çünkü eller, bir insanın hayatını ele verir ya hani! Parmak uçlarım geçmişimi anlatacak, sanki ellerim dağda bir şey taşımışsa anlayacaklardı. Ellerimin kaderi sorgulandı. En sonunda onbaşı ya da uzman çavuş olan biri, bir üst rütbelisine şöyle seslendi. “Tamam ya temiz."

Temiz… Sanki bir testten geçmiş, insanlığım onaylanmıştı. Sanki üzerime yapışan bir şüphe vardı da o an temizlenmişti. Geriye sessizlik ve utanç kaldı.

Ah ellerim! Benim temiz kağıdım oldular...

O an yaşadığım haksızlık ve insan yerine konmamanın acısını hâlâ yüreğimde hissederim.

Aynı kontrol sırasında, başka bir asker kimliği biraz yıpranmış genç bir insanın çenesine tüm gücüyle yumruk indirerek “Bu kimlik niye böyle lan!” diye bağırdı. O genç insanın ne cevap verdiğini hatırlamıyorum ama başını eğişi hâlâ aklımdadır.

Belki o kimlik çamura düşmüştü, belki yağmurda ıslanmıştı. Kontroller sırasında sürekli cüzdandan çıkarılıp tekrar cüzdana konması bile yıpranması için yeterliydi ... Ama o anda hiçbir şey gerekçe değildi. İnsanlık orada değildi.

Bu yaşananlar bireysel değil. Bu ülkede pek çoğumuz böyle şeyler yaşadık. Ya da yaşamaya mecbur bırakıldık. Bu coğrafyada milyonların ortak hafızasında yer alan birer sahne sadece. Yaşayanlar bilir ama anlatamaz; anlatmaya kalkıştığında boğazına düğümlenir, dinleyen anlamaz. Yaşamayan ise “Abartıyorsun” der geçer. Ama bunlar gerçekti. Acıydı. Aşağılanmaydı. İnsanın insana yaptığı zulümdü.

Travma artık kişisel değil; kolektif, nesiller arası devreden bir yük halini aldı. Ve işte bu yüzden, barış bir seçenek değil, bir zorunluluktur.

O yüzden barış önemli. O yüzden barış şart. O yüzden barış olmalı... O yüzden barışın olması için herkes elinden geleni yapmalı...

Barış; sadece silahların susması değil, aynı zamanda insanların aşağılanmaması, kimliklerinden ötürü sorgulanmaması, ellerine bakılarak yargılanmaması demektir. Barış, bir çocuğun hastaneye giderken korkmaması, bir babanın evladını savunmak zorunda kalmaması, bir köylünün kimliğini saklamak zorunda hissetmemesi demektir.

On yıllardır süren çatışma, sadece dağlarda değil, hayatlarımızın tam ortasında patladı. Yalnız bedenler değil, ruhlar da yaralandı. Çocukluğumuz çalındı, gençliğimiz korku ile geçti. Herkes konuşurken fısıldamak zorunda kaldı. Bir dil yasaktı, bir isim bile tedirginlikti, bir bakış bile suçtu. Adalet dediğimiz şey, bir yere kadar herkes içindi. Ama bazıları için hiçbir zaman yoktu.

O yüzden artık yeter. Bu ülkenin barışa, adalete, onarıcı bir yüzleşmeye ihtiyacı var. Barış, sadece Kürtler için değil, tüm Türkiye için bir gelecek garantisidir. Çünkü bu mesele sadece bir bölgenin değil, tüm ülkenin ruhunu zehirliyor. Bizi kutuplaştırıyor, bizi korkutuyor, bizi tüketiyor.

Bugün barışı savunmak; geçmişin yükünü, bugünün travmalarını ve yarının kayıplarını durdurmak demektir. Yaşamayanın asla anlayamayacağı, yaşayanın da anlatamadığı ağır acılar birikiyor. Bunları inkâr etmek yerine, dinlemek ve anlamakla başlar barışın yolu. Ve sonra gerçek bir yüzleşme gelir.

Ancak o zaman bu ülkenin çocukları ellerine baktırılmadan, kimliklerinden utanmadan, güvenle yürüyebilirler bu topraklarda. Çünkü insan onuru, tanktan da, kimlik kontrolünden de, güvenlik barikatından da büyüktür.

Bu ülkede terör bahanesiyle her yanlış örtüldü. Ekonomik kriz mi var? Terör var denildi. Hukuk ayaklar altına mı alındı? Terörle mücadele var denildi. Siyasi yozlaşma mı? Terör bahanesi hazırdı. Böyle böyle büyüdü çözümsüzlük. Bedelini ise her kesimden, her etnik kimlikten, her inançtan insanlar ödedi. Özellikle de en yoksullar, en savunmasızlar.

Ama çözüm var. Çözüm barış.

Barış, kimliğini unuttuğunda ellerine bakılmayan bir ülke demek. Barış, çenesine yumruk inmeyen bir vatandaş demek. Barış, çocukların çatışma değil umutla büyümesi demek. Barış, yalanlarla değil hakikatle yüzleşmek demek. Barış insanca yaşayabilmek için bizden esirgenen, eksik bırakılan her şeyin tamamlanması, onarılması demektir.

O yüzden onurlu, adil, kalıcı bir barış.

Bir daha kimsenin ellerine bakılmasın diye…

Bir daha kimse “temiz” olduğuna ikna etmek zorunda kalmasın diye…

Bir daha kimse devletin karşısında kendini savunmak zorunda bırakılmasın diye…

Barış şart.

Barış mümkün.

Ve barış hepimiz için tek kurtuluş…

SEVGİYLE :)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Av. Güler Koçyiğit Arşivi
SON YAZILAR