Birsen İnal

Birsen İnal

ESKİ DİYARBEKİR’DE SULTAN ŞEYHMUSLU GÜNLER

ESKİ DİYARBEKİR’DE SULTAN ŞEYHMUSLU GÜNLER

 

Wey mala mın ê

Merhabalar Tigris Haber’in Siz Değerli Okurları.

Evet, nerde kalmıştık? Mardin Kapı’ya gidip üstî açıx makinelere binecek Sultan Şeyhmus’un yolunu tutacaktık şifa için…

Babamlarla teyzemler aynı sokakta oturuyorlardı. Annem beni doğurduktan altı ay sonra on dokuz yaşında vefat ediyor. Teyzem üzüntüden bunalıma girerek hastalanıyor ve hiç konuşmuyor. Teyzem de çok gençmiş, anneannem anlatırken “Ölîyi unuttum, sağın derdine düştüm.” derdi. Doktor hekim kapı kapı gezerek kızına şifa arıyor ama bulamıyor. Bir gün Küçük hamamda teyzemin başını yıkarken yan curunda oturan bir kadın dayanmıyor nenemle konuşmaya başlıyor.

-Kele bacım xerdir o vaqıttandır sahan baxiyam, kimdir bu genç? Başıni sen yıxîsan, saçıni tarîsan bî yandan da ağlîsan? Ma niye kendi başıni yıxıya mî?

-Hêç sorma bacım qızımdır qızım, bacısi bê murad oldi, civan öldî. İkisi qomşîdilar, bacısının acısına dayanamadi, bêle oldî. Aylardır kî qonuşmi, qocasıni, uşağıni tanımî. Körpesi memededir ona bile süt vermî. Derdim çoxtır anam. Qapî Qapî gezdim derdime derman aradım ama bulamadım.

-Dur ben bacıma bî yer söliyem. Sultan Şexmûs diye bî yer var, bilîsen orayî?

-Yox bilmîyem.

-Mardın yolî üzerinde çox böyük bî zattır. Sen bu qızın al oraya götür, ocağına at. Allah’ın izniden bax nasıl êyi olacağ ve sen bahan dua êdecaxsan.

-Way Allah senden razî ola, tamam götürecağam ama bahan birezim anlatsan êyi olır.

-Perşembe güni Balıxçilar Başından bî çüt nalın, süpürge, ibrığ al. Mardın Kapî’sında Mardın otoboslarına binin, gidin. O gece orda yatın, inşallah şifasını bulır. Mala min ê, çox yazığım geldi, genç cahıl civandır. Allah o mehsumun xatrına vêre.

Nenem büyük bir sevinç ve inançla eve geliyor, hazırlıklarını yapıp perşembe günü yola koyuluyorlar. Dergâhta Şeyxan köyünün şeyhini bularak, derdini anlatıyor. O gece yatsı ezanından sonra teyzemi Sultan Şeyhmus’un türbesinin bulunduğu odada yatırıyorlar. Teyzem uykuya daldıktan sonra kapıyı kapatıp çıkıyorlar. Sabaha kadar namaz kılınan bölümde sesli tesbihat yapılıyor, êrbaneler eşliğinde zikir ediliyor ama teyzem daldığı derin uykulardan uyanmıyor. Sabah namazından sonra kapıyı yavaşça açıp, teyzemi uyandırıyorlar. Teyzem aylardan sonra “Ana!” diye haykırıp nenemin boynuna sarılıyor. Şeyh “Gel kızım, gel. Rüya gördün mü, hadi anlat bakalım ne gördün?” diye soruyor. Teyzem ağlayarak: “Dar, karanlıx bir yerdeydim. Küçük bî delikten içeri ışıx gelidî. Ben ışığa doğru yürüdüm, görmedığım biri beni o delikten zorla çekip çıxardî, ucsuz bucağsız, yemyeşil bî yere attî. O yeşillıxlar içinde durmadan koştım koştım, anamın sesini duydum, gözümi açtım, baxtım gerçekten de anam beni çağırî.” rüyasını şeyhe anlatıyor. Şeyh “Kurtuldun kızım, gözün aydın. Bacım kızını Çilqanî’ye de götür, oranın suyu zemzem suyudur. O suyu başından aşağı dök, Allah’ın izniyle hiç bir şeyi kalmayacaktır. ” diyerek teyzemin sırtını sıvazlıyor.

O günden sonra nenemler her yıl hazırlıklarını yapıp Sultan Şeyhmus’a gidiyorlar. O gidişler çocukluğumun unutulmaz anıları arasında tüm renkleriyle bugüne kadar hafızamdaki yerini korur.

 

Sultan Şeyhmus Şeyh Abdülkadir Geylani Hz.’lerine yakın bir zatmış. Yaşamış oldukları çok güzel hatıraları ve beraberce geçirdikleri günleri ve birbirlerine olan sevgi ve tevazuyu ziyarete gidenlere bölge insanı tarafından masalsı bir dille anlatılır. Çılqanî de o güzel hatıralardan geriye kalan şifalı olduğuna inanılan kırk gözlü bir gözedir. Bir gün Sultan Şeyhmus anasına Şeyh Abdulkadir Geylani’nin kırk mürîdiyle beraber kendilerine geleceğini söylüyor. Anası çok seviniyor ama nasıl ağırlayacaklarını da düşünüyor. Sultan Şeyhmus anasının kaygısını anlıyor “Sen merak etme ana, Allah büyüktür, misafir kısmetiyle gelir.” diyor. Zayıf, küçük bir oğlakları varmış, hemen onu kesip kazana koyuyorlar. Az miktarda bulgurları varmış onu da etin üstüne ekleyip pilav yapıyorlar. O azıcık bulgur ve et kaynadıkça kazanlar dolup taşıyor, iki üç kazan etli pilav oluyor. Daha sonra elindeki asayı besmele çekerek kırk yere toprağa vuruyor, vurduğu her yerden sular fışkırıyor, Şeyh Abdulkadir Geylani Hz.’leri mürîdleriyle birlikte gelip yiyip, içiyorlar, abdestlerini alıp ibadetlerini yapıyorlar. Sultan Şeyhmus’a gidişlerimizde bu öyküyü her yıl ayrı birinden dinleye dinleye büyüdüm.

Ziyarete kadın kadına gidilirdi. Genelde akrabalarla gruplar oluşturulur bazen de komşularla oluşturulan gruplarla gidilirdi. Günler öncesinden hazırlıklarımız başlardı. Bulgurlar, pirinçler beyaz zahire torbalarına, sarı yağ özel bakır yağ sıtılına doldurulurdu. Üç gün yetecek kadar mevsim sebzeleri sepetlere bırakılır, ziyarete bırakılmak üzere yorgan, yastık, battaniyeler denkler halinde sıkı sıkı bağlanırdı. Birkaç parça kalın giysi denklerin içine bırakılırdı çünkü sabah ezanında kalkıp dışarıdaki tuvalete gitmek, soğuk sularla abdest almak vardı. Üşümemek için tedbirli olmak gerekiyordu. Bir diğer nedeni de bu giysileri orada bulunan fakirlere vermekti.

Çarşamba sabahını iple çekerdik adeta. Sabahın erken saatine Mardinkapı’dan muavinlerin çağrı sesleriyle ya önden çekmeli man otobüsleriyle ya da üstî açıx makinelere doluşur yola koyulurduk. Eğer ki yolculuk kamyonla oluyorsa değmeyin keyfimize. Yol boyunca tarlalarda çalışan köylülere el sallar, yol kenarında aluce, dağdağan satan çocukların ceplerine sarı yirmi beş kuruşları doldururduk bir tabak aluce, dağdığan karşılığında. Büyük bir keyifle kamyon içinde dağdağanları yerken kendinden geçen bir sofînin êrbane sesiyle zikredenleri seyre dalardık.

Yaklaşık bir saat gibi oldukça eğlenceli bir yolculuğun ardından araba iki tarafı ağaçlı stablize dar bir yola sapardı. Yüz metre sonra kayısı ağaçlarının arasından taş yapılı kubbesiyle dergâh görünürdü. Sanki panayıra gelmiş gibi bir görünüm hâkim olurdu ilk bakışta. Eğlenenler, yemek pişirenler, koşuşan çocuklar, satıcılar, adaklıkları kesenler, ağaca asıp temizleyenler, mevlüt okuyanlar, êrbane çalanlar, ilahi okuyan dengbejler…

İlk işimiz dergâhın ön bahçesinde kayısı ağaçlarından birinin altını kapmaktı. Denklerimizî, çıxınlarımıîı ağacın altına bıraktıktan sonra Sultan Şeyhmus adaklı çocuklar için anneleri tarafından ziyarete getirilen tahta beşiklerden birini kaptık mı ilk yerleşme işimiz tamamdı. Biz çocuklar dergâhın içine dalarak gece yatacak yeri kapardık. Dergâhın ortasında namaz kılınan kocaman bir yer etrafında hücre biçiminde odalar, odaların her birinde Sultan Şeyhmus’un bir yakının sandukası vardı. Ziyarete gelenler bu odalarda hayır sahiplerinin ziyarete bağışladıkları yorgan ya da battaniyeleri alarak yatarlardı. Zira o zamanlarda otel falan yoktu. Perşembe günü sabah namazından sonra sıkıca giyinerek alaca karanlıkta Çilqani’ye gitmek üzere yola koyulurduk. Güneşin ilk ışıklarını seher vaktinin ürpertilerini içimize gömerek yolda kucaklardık. Geçtiğimiz köylerde horoz orkestralarının selamlarıyla karşılanırken, yabanın sert rüzgârlarının çatlattığı dövmelerle süslü ellerden toprak kaplarda sunulan taze tulux ayranlarıyla güne merhaba derdik. Yolda badem ağaçlarından avuçladığımız bademlerle kahvaltımızı yaparak güle oynaya giderdik Çilqani’ye kırk tas zemzem suyuyla “niyet-i şifa”diyerek çimmeğa…

Vakit öğlen, her ağacın altında bir kom, her komda hummalı bir çalışma bir tatlı telaş ki görülmeye değer. Mevlüt okuyanlar, êrbane çalanlar, kollarını koparırcasına sallayarak adaklık pazarlığı yapanlar, adaklık kesenler, ellerinde komşu payı etler o ağacın altından öbürüne koşuşan çocuklar ve dertlerine deva arayanlar… Kısacası buraya gelen kişi; her ne niyetle gelmişse kendini bir anda mahşeri bir kalabalığın ortasında bulurdu. Adaklıklar daha askıdayen tükenirdi. Adak kestiren kendi adağından yemez herkes birbirinden alıp verirdi.  Komşu ağacın altında kesilen adaklıktan gelen etlerle sadeyağlı, etli bulgur pilavları pişer afiyetle yenirdi.

Yemekten sonra biz çocuklar doğruca dereye giderek gönlümüzce eğlenirdik.  Buz mavisinden bordoya kadar sayısız renkleriyle bizi cezbeden helikopter böceklerinin peşinden dere içinde düşe kalka koşardık. Yaşamım boyunca bu çoklukta ve bu güzellikte helikopter böceğini bir daha da başka bir yerde görmedim. Jet hızıyla uçan böcekleri kovalarken bile bile suya düşer düşmüşken nasıl olsa ıslandım der iyice çimerdığ. Islak elbiselerimizle titreye titreye ailemizin yanına geldiğimizde de bir güzel paparayı yerdik.

İkindi namazından sonra akşam serinliğinde Xewletxana’ya gitmek için dergâhın sırtını yaslandığı tepeye tırmanırdık. Bayağı dik bir bayır tırmanışından sonra tam tepede etrafı yabani incirlerle kaplı kör bir kuyunun başında insan kalabalığıyla karşılaşırdık. Kimi Yasin okur, çocuk için gelenler yabani incir çalılarının arasında ola ki bir incir bulurum umuduyla yaprak yaprak incir arar, kimi çalılardan ve getirdiği ipten yaptığı beşiği sallarken çocuk için yakarır, kimisi de gacur gıcır yaylanan tahta bir merdivenle kuyuya inmeye çalışırdı. Kuyu çok derin değildi, alt kısmı yaklaşık dört metre kare kadar vardı. Tam kıble kısmında duvarda minber şeklinde bir insanın gizlenebileceği büyüklükte bir girinti vardı. Yukarıdan bakıldığında girintide gizlenen kişiyi görmek mümkün değildi. Kırık tahta merdivenden düşme tehlikesini göze alarak kuyuya mutlaka inerdik. İki rekât namaz kılarak bu girintiye yaslanır şifa dilerdik. Sultan Şeyhmus,’un bu kuyuda sıkça ibadet ettiği, bir gün yine ibadet ederken onu öldürmeye gelenlerin olduğu, o anda Sultan Şeyhmus’un besmele çekerek sırtını taş duvara yasladığı ve duvarın içeri çökerek Sultan Şeyhmus’u gizlediği kuyu başında kuyuya inmeye çalışanlara yöre halkı tarafından anlatılırdı.

Xelwetxana dönüşü gün batımına denk gelirdi. Gün batımında bayır aşağı inerken bakır kızıllığının kurşuni zirvelerle buluşmasını mis gibi dağ çiçeklerinin kokularını genzimize çekerek izlerdik. Akşam yemeğini bahçede yarı karanlıkta yer, eşyalarımızı bir araya toplayarak üstüne kilimi ters çevirir dergâhın içine girerdik. Gündüzden kaptığımız odalara çekilerek akşam ve yatsı namazlarımızı kılardık. Namaz sonrası Kur’ân-ı Kerim okuyarak dualar ederdik. Çevre köylerden toplanan erkek cemaat yatsı namazının ardından halka olurdu. Sultan Şeyhmus’un dedesinin olduğu söylenen her bir tanesi misket elma büyüklüğünde olan tespihi dizlerinin üstüne alarak sesli tesbihat yapar Hafız Şexmûs’un êrbanesi eşliğinde Kürtçe, Arapça ilahilerle sabah ezanına kadar zikir ederlerdi.

Cuma sabahı ağaçların altında keyifle yapılan kahvaltının ardından yüreklerde bin bir umutla dönüş hazırlıklarına başlardık… devam edecek

Şen ve esen kalın ama yüreğiniz Eski Diyarbekir’de kalsın…

 

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Birsen İnal Arşivi
SON YAZILAR