Gündelik Hayatın Sessiz İnşacısı: Medya
“Ulusal gazetelerin tek bir gününü bile incelemek, milletliğin insanların yaşamlarına, evlerine nasıl sokulduğunu görmeye yeter.”

Bu cümle, artık sadece 20. yüzyılın ulus inşasını değil, 21. yüzyılın algı ekonomisinin biyografisini anlatıyor. Çünkü bugün medya, yalnızca kim olduğumuzu değil, ne hissetmemiz gerektiğini de belirliyor. Kimlik, doğumla değil; manşet, bülten ve “trend topic” listeleriyle şekilleniyor.
Sosyolog Benedict Anderson’ın “hayali cemaatler” dediği o büyük kurgu, bugün her sabah kahvaltı masasında yeniden kuruluyor: Aynı manşetlere bakan, aynı krizlere sinirlenen, aynı “biz” duygusuna inanan milyonlar. Ulusal kimlik artık tarih kitaplarından değil; son dakika bildirimlerinden üretiliyor.
Ama mesele sadece kimlik değil. Asıl mesele, kimin hikâyesinin anlatıldığı. Medya gerçeği olduğu gibi yansıtmaz; onu biçimlendirir, renklendirir, dramatize eder. Kelimeler çoğu zaman habercinin değil, iktidarın elindeki silahlardır. “Milli üretim”, “yerli savunma”, “jeopolitik bedel”, “ahlaki zafer” gibi ifadeler haber değil, âdeta birer mantra: Tekrarlandıkça gerçeğe dönüşen modern dualar.
Ekonomide zamların adı “direniş”, sporda başarısızlığın üstü “zafer”le örtülür. Dış politikadaki yalnızlık “beka”ya paketlenir. Bunların tamamı, dil üzerinden inşa edilen tasarım bir rıza mimarisidir.
Noam Chomsky ve Edward S. Herman’ın yıllar önce söylediği “medya, egemen çıkarların rızasını üretir” cümlesi bugün algoritmaların sloganına dönüşmüş durumda. Artık yalnızca ne düşüneceğimiz değil, hangi duyguyla düşüneceğimiz bile belirleniyor. Çünkü sosyal medya ekonomisi öfkeyi tıklanma, korkuyu paylaşım, paniği dolaşım olarak fiyatlıyor. Gerçek, duygusal bir yatırım aracına dönüştü.
Üstelik iktidar medyasıyla muhalefet medyası arasındaki fark, artık ekran parlaklığı ayarı kadar:
Biri “ülke uçuyor” diyor, diğeri “ülke batıyor”; ama ikisi de aynı yöntemi kullanıyor: Duygu mühendisliği, kutuplaştırma ve ‘biz-onlar’ şeması.
İktidar medyası vatandaşı “sabırla sınanan kahraman” rolüne sokarken, muhalefet medyası “mağdur ama yüce halk” figürüne hapsediyor. Sonuç değişmiyor: Vatandaş hâlâ özne değil, dekor.
Gerçek örnekler aynayı daha da keskinleştiriyor:
- Rusya: Ukrayna işgali hâlâ “tarihi misyon” olarak pazarlanıyor; izleyiciye sürekli “ahlaki üstünlük” aşılanıyor.
- ABD: CNN ile Fox News arasındaki fark ideolojik değil, neredeyse “takım tutma” farkı. Haber değil, duygusal lig izliyoruz.
- Hindistan: Modi yanlısı medya azınlıkları “ulusal tehdit” diye kodlarken, karşıt medya aynı ulusal hisleri “demokrasi tehlikede” alarmına çeviriyor.
- Türkiye: Ekonomideki sarsıntı “küresel saldırı”, her zam “vatan görevi”, her eleştiri “umutsuzluk operasyonu” olarak ambalajlanıyor. Muhalefet de aynı dili ters yüz ederek kendi karşı-ütopyasını kuruyor.
Artık sadece haberler değil; duygular da montajlanıyor. Bir tarafın öfkesi diğerine reyting, diğer tarafın korkusu ötekine “biz demiştik” tatmini sağlıyor. Hakikat, bu üçgende —siyaset, ekonomi, medya— mikrofon uzatılan bir “öteki”nin dudak kenarında kalıyor.
Mizah bu tablonun en acı katmanı. Çünkü yaşadığımız şey neredeyse kolektif bir absürtlük:
Boş raf “milli direniş”, döviz artışı “dış güç oyunu”, maaş erimesi “geçici fedakârlık”… Bu noktada insanın aklına şu soru geliyor: “TÜİK artık enflasyon değil de vatanseverlik katsayısı mı hesaplıyor?”
Michel Foucault’nun “İktidarın en etkili hâli, görünmez olduğu andır” sözü bugün daha isabetli olamazdı. O görünmezlik artık ekrandan, bildirimden, algoritmadan akıyor. Yönetim copla değil, hikâyeyle yapılıyor; baskıyla değil, ikna ambalajıyla.
Ve biz her akşam televizyonu açtığımızda, her sabah bildirimleri kaydırdığımızda, farkında olmadan bir törene katılıyoruz: Rızanın yeniden üretim törenine.
Ama bazen o töreni durdurmak gerekir.
Bir haberi okurken sormak gerekir:
“Bu haber bana hangi duyguyu satıyor? Kime öfkelenmem isteniyor? Neyi kutsamam bekleniyor?”
İşte o an, kimlik inşasının perde arkası görünür.
Ve gerçek özgürlük tam da orada başlar.
Çünkü medya sadece bilgi vermez; bizden bir ‘biz’ üretir.
Ve o “biz”e sorgusuz sualsiz ait olmayı reddedebilmek, çağımızın en politik eylemidir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.