Kaygılar ve Onları Yöneten Deneyimler
İlk hayal kurmaya ne zaman başladığınızı hatırlıyor musunuz? Ya da neyin hayalini kurduğunuzu? Deneyimlemediğiniz herhangi bir şeyin hayalini kurmanı mümkün müdür?
Mesela çok zengin olma hayalleri kurarız. Neye dayanarak peki? Tecrübe ettiğimizden değil, sadece gördüğümüz o varlıklı dünyanın içinde olmayı isteriz. Merak ederiz kendimizi: Biz olsak neler yapardık acaba? deriz. Sonra tahminlerde bulunuruz: “Bu evi alırdım, şu arabayı seçerdim.”
Oysa bunlar bizim yaşadığımız deneyimler değil, başkalarının hayatlarından gördüğümüz yansımalar. Bize ait olmayan ama bir şekilde zihnimize düşmüş sahneler… İşte bu yüzden, hayal kurmakta da bir noktada sınırlanırız.
Tıpkı hayal kurmak gibi, kaygı da tanıdık ama sonu tahmin edilemeyen bir duygudur.
Kaygı, bilinmeyene karşı duyulan zihinsel bir savunma biçimidir; bedenin tehlike sinyallerini önceden vermeye çalışmasıdır.
Yaşadığımız, duyduğumuz ya da bize öğretilen her kötü deneyimi zihnimizde büyütürüz. Nasıl ki güzel bir aşk yaşamanın hayalini kurarken yüzümüzde bir tebessüm oluşur, kaygı duyduğumuz olaylarda da beden bu tepkiyi tam tersi şekilde gösterir.
Akışa bırakmakta, yeni deneyimleri bir öğrenme alanı olarak görmekte zorlanırız.
Hayatımızda hiç tatmadığımız, hatta belki hiç görmediğimiz bir meyveyi düşünün. Onun hakkında ne kadar fikir sahibi olabiliriz?
Sadece dış görüntüsüne bakarak, benzettiğimiz başka bir meyveyle kıyaslar ve “tatlıdır, tuzludur, ekşidir” diye tahmin yürütürüz.
Peki, o meyveyi karşınızdaki biri yediğinde suratını buruşturursa ne düşünürsünüz?
Muhtemelen “ekşi” olduğunu. Çünkü ekşiyi daha önce deneyimlemişsinizdir.
Eğer ekşi tatları sevmiyorsanız, o meyveyi tatmak ister misiniz?
Sadece karşıdaki insanın ifadesine bakarak “hayır” cevabı verdiyseniz, bu sizin için o meyveyi gerçekten deneyimlemek anlamına gelmez.
Belki de ekşiyi size sevdirecek olan meyve tam da oydu.
Peki siz, bir başkasının yüz ifadesiyle yargıladığınız hangi meyveleri tatmadınız hayatınızda?
Ya da burada şunu sormalı: “Neden ekşi sevmiyorum?”
Tıpkı meyveye dair yargılarımız gibi, insanlar arası paylaşımlarda da deneyim aktarımı benzer biçimde işler.
Hayatın akışında dost sohbetlerinde, insanlar birbirine yaşadıkları deneyimlerden bahseder. Anlamlandırır, sınıflandırır, yorumlar.
Siz o anlatılanları yaşamamışsanız, özellikle de deneyim kötü aktarılmışsa, doğal olarak temkinli ve mesafeli yaklaşırsınız.
Ama anlatılan güzel ve neşeli bir hikâyeyse, siz de aynı mutluluğu yaşayacağınızı düşünerek hayal kurarsınız.
Sonra bir gün siz de benzer bir deneyimi yaşarsınız…
Ve o anlatılan coşkuyu hissedemediğinizde hayal kırıklığına uğrarsınız.
Kaygı bunun tersidir.
Yaşamak zorunda olduğunuz bir anı, beklediğinizden daha güçlü bir şekilde karşıladığınızda, korkularınızın ve kaygılarınızın ne kadar geçersiz olduğunu fark edersiniz.
Belki de hayat, tatmadığımız meyvelerle dolu uzun bir sofradır.
Cesaretin kırıldığında, “ya olmazsa” dediğin anda, bunun senin hayatın, senin deneyimin olduğunu hatırla.
İnsan bilmediğinden korkar; sen bilmekten, öğrenmekten korkma.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.