Şair olmak için ne yapmak lazım
“…Memleket isterim
Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun…”
Sevgili Cahit Sıtkı Tarancı’nın kaleme aldığı ve Sevgili Onur Akın’ın seslendirdiği “Memleket isterim” adlı şiirinden dört bin yıl önce, bir Sümer tabletindeki dünyanın bilinen ilk aşk şiirinde;”Damat, kalbimin sevgilisi/Güzelliğin büyüktür, bal gibi tatlı/Aslan, kalbimin kıymetlisi/Güzelliğin büyüktür, bal gibi tatlı…”demişken şair, şiirin binlerce yıllık varlığını anlatıyordu bize.
Kütüphaneler haftası dolayısı ile 13 Nisan 2024 tarihinde, Diyarbakır Ahmed Arif Edebiyat Müzesi’nde, Diyarbakır Yazarlar ve Şairler Derneği (DİYŞAD), etkinlik zenginliğinin bereketine, Diyarbakırlı Şairlerimizin katılan konukların huzurunda, şiirler okuduğu bir etkinlikle, bir yenisini ekledi. Buram buram şiir ve sanat kokan etkinlikte, bir konuğumuz, belki de dünyanın en zor sorularından birini, “şair olmak için ne yapmak lazım?” sorusunu yönelttiğinde, ”okumak, hissetmek lazım” demiştim ama ayaküstü vermek zorunda kaldığım cevabın, tatmin edici olmadığının da farkındaydım.
Çünkü şiir yazılmadan önce, bir ateş düşer içine şairin. Bu ateş; bazen insanların acıları ya da sevinçleri, bazen ilahi aşk, bazen doğa, bazen karşı cins sevgisi, bazen de bir adamın iktidara övgüsü ya da isyanı olur. Sonra içindeki ateşini söndürmek için şairin, gönlüne damlalar halinde duygular yağar.
Gönülde; çoğalınca damlalar, pınar olup sözcüklere, pınarlar dere olup mısralara, dereler nehir olup şiirlere dönüşür. Şiirler kalemlerde mürekkep olup kâğıda akar. Kâğıtlardan okunan şiirler, nehirlerin okyanuslara ulaşması misali, her biri okyanus olan başka insanların gönlüne ulaşınca, gönül ateşi şiire evirilen kişi de şair olur.
Şiirin yaşam bulması sürecine göre, kısaca şair kimdir denirse, kendi gönlünden başka da gönüllere akabilen kişidir derim!
Okuyucularımızın daha fazla bilgiyi hak ettiğini düşünerek, şiir ve şairle ilgili biraz daha açıklayıcı bilgiyi paylaşmak uygun olacaktır.
Bunun için, şiirin ne olduğu ile ilgili, belki de her şairin farklı yapabileceği tanımlardan birkaç tanesine bakmakta fayda vardır.
Şiir için yapılan yorumlardan; Amerikalı Şair Elizabeth Bishop “Şiir yazmak doğal olmayan bir eylemdir(!)” yorumunu, Ünlü Şairimiz Sezai Karakoç ise “şairin kaleminde, bazen hayatın özünü fısıldayan tılsımlı söz, bazen aşka, bazen isyana, bazen varoluşun karanlık kıyılarına tutulan bir projektör, bazen de bilinçaltının rastgele ifşa edilmesidir” değerlendirmesini, yapmıştır.
Bir sanatın ve özellikle edebi bir eserin ne kadar çok tanımı varsa, o sanatı tarif etmek te o kadar zordur. Çünkü her çağda, her edebi akım, her bilinç, her ideoloji ve her şiirsel duruş kendini başka türlü tanımlar.
En kıymetli şiirler de; yaklaşık bin yıl önce yaşamış Ömer Hayyam’ın ”Mutlu kişi” adlı şiirinde yer alan “Aşk kitabını evirdim çevirdim./ Bir adam konuştu kitabın içinden,/ Yüreği yana yana bir adam/ Kimdir mutlu kişi bilir misin?/ Bir karısı olacak ay gibi güzel/ Bir gecesi sürecek yıl kadar uzun” sözlerinde olduğu gibi, her çağda kıymet bulan eserlerdir.
Şiire ilişkin bu değerlendirmelerden sonra, onun yazarının da tariflenmesi doğru olacaktır. Arapça kökenli bir kelime olan şair için; şiir yazan, doğal olmayan duygulara sahip, deli, kâhin vb. ifadelerin yanında; ruhunda hep başkaldırı olan, çağının tanığı, toplumun vicdanı değerlendirmelerini yapmak ta mümkündür.
Ünlü Şairimiz Sezai Karakoç ise şair için” insana, eşyaya bakışı için yeni bir ışık, bütün sıkıntılarını dağıtan yeni bir umut, yeni bir sevinç, her şafak’a yeni bir horoz, her çiçeğe yeni bir özsu getiren büyücü” değerlendirmesi yapmıştır.
Coğrafyamızda yaşayan; bir kısım yüz yıllar önceki ünlü şairler, Mevlana, Ömer Hayyam, Feqiye Teyran, Ehmede Xani, yakın tarihimizdeki şairler, Tevfik Fikret, Nazım Hikmet, Yaşar Kemal, Diyarbakırlı şairlerimiz, Süleyman Nazif, Cahit Sıtkı Tarancı, Ahmet Arif tam da bu tarife uygun şahsiyetler değil midir?
Değerli şairlerimizin affına sığınıp, kalemlerine mürekkep olmasını dilediğim ve Diyarbakır’a tarihteki “Kara Amed” adını veren kara taşına muhabbetimi dillendirdiğim, birkaç gönül damlasını “Karadaşım Kardaşım” adlı eserimden paylaşmak isterim.
”…Bağrında Mezopotamya’nın,/ Keçi burcundan, Hevsel’in yeşiline, Dicle’nin akışına bakarım,/ Çok sevinçler, Pek çok acılar gördü bu topraklar bilirim,/ Ama yine de sen olasın, Mevlana misali Şeb-i Arus günümde,/ Kabir odam, mezar taşım,/ Karadaşım, bahtı kara Kardaşım.”
Şiir yazmak isteyen değerli okurlarımıza fikir vermesi ümidiyle, yine bir şairin kaleminden, Şair Wendell Berry’nin “Nasıl şair olunur (kendime hatırlatma)” adlı şiirinden bir kısmını paylaşmanın uygun olacağını değerlendirmekteyim.
“Oturacak bir yer bul kendine./Otur./Sessiz ol/Bel bağla, tutkuya, okumaya, bilgiye, yeteneğe/Sahip olduğundan fazlasına/İlhama, çabaya, yaşlanmaya, sabıra.
……
Elinden gelenin en iyisini yap/Sessizlikten gelen o küçük kelimelerden, tıpkı dualar gibi, dua edene geri dönen.”
Şiirler birer sanat olduğu gibi, şairler de sanat yaratan; ressam, müzisyen, heykeltıraş, yazar gibi, kendilerine özgü eserler vücuda getiren birer sanatkârdır ve karşılıksız paylaşan her sanatkâr gibi Allah’ın Salih kullarıdır.
Çünkü şairler de her sanatkâr gibi, hiç karşılık beklemeden yazar ve paylaşırlar.
Bol şiirli yaşamlar temennisi ile.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.