KÜBRA ÖZSAT

KÜBRA ÖZSAT

Savaşların Ruh Sağlığına Etkisi

Savaşların Ruh Sağlığına Etkisi

Dünyanın farklı coğrafyalarında savaş sesleri yeniden yükseliyor. Henüz Gazze'deki sivillerin yaraları sarılamamışken, İran ile İsrail arasında başlayan çatışmalar bölgedeki gerginliği daha da tırmandırdı. Öte yandan Ukrayna ile Rusya arasında süregelen savaş, üçüncü yılını geride bırakırken binlerce insan yerinden edildi, yaşamlar paramparça oldu. Bu haberleri izlerken çoğu zaman sadece bombaların düştüğü binaları, dumanları ve sayılarla ifade edilen can kayıplarını görüyoruz. Ancak savaşın görünmeyen, sessiz ama en derin yıkımı zihinlerde ve ruhlarda yaşanıyor.

Savaşın Psikolojik Maliyeti

Savaş yalnızca fiziksel bir yıkım değildir; aynı zamanda büyük bir psikolojik travmadır. Travma literatüründe savaş, en şiddetli ve süreğen travmatik yaşantılardan biri olarak kabul edilir. Savaş bölgelerinde yaşayan bireylerde travma sonrası stres bozukluğu (TSSB), yaygın anksiyete, depresyon, uyku bozuklukları ve somatizasyon gibi sorunlar oldukça yaygındır. Üstelik bu etkiler yalnızca savaş süresince değil, yıllar boyunca devam etmektedir.

Çocuklar açısından tablo daha da karmaşıktır. Güvende olmadıklarını hissettikleri, ayrılık yaşadıkları, ölümle bu kadar yakından karşılaştıkları ve rutinlerini kaybettikleri ortamlarda büyüyen çocuklarda gelişimsel gerilemeler, bağlanma sorunları, dikkat ve öğrenme güçlükleri sıkça görülür. Çocuklar savaşın dilini bilmez ama bedenleri ve davranışları o dili konuşur.

Savaş bölgelerinde olmayan ancak sürekli olarak savaş görüntülerine maruz kalan bireylerde de travmaya benzer psikolojik tepkiler gelişebilir. Günümüzde sosyal medyada sık sık maruz kalınan şiddet içerikli görüntüler, duygusal yorgunluk ve tükenmişlik duygularını beslemekte, özellikle gençlerde umutsuzluk ve çaresizlik algısını artırmaktadır.

Savaşın Toplumsal Hafızadaki İzleri

Savaşlar sadece bireylerde değil, toplumların belleğinde de kalıcı izler bırakır. Kuşaktan kuşağa aktarılan korkular, güvensizlikler ve düşmanlıklar, barışın önündeki en büyük engeldir. Toplumsal kutuplaşma, ötekileştirme ve nefret söylemleri, savaş dönemlerinde zirveye ulaşır. Oysa travmanın iyileşmesi için toplumsal bağların güçlenmesi gerekirken, savaş bu bağları koparır.

Bir halkın diline, kimliğine, aidiyetine yapılan her saldırı, yalnızca fiziksel değil psikolojik bir işgal niteliği taşır. Savaş sonrası yeniden yapılanma süreçlerinde yalnızca binalar değil, insan ilişkileri, güven duygusu ve toplumsal normlar da onarılmak zorundadır.

Kazananı Olmayan Yıkım

Savaşın ideolojik, politik ya da ekonomik gerekçeleri olabilir. Ancak savaşın haklısı ya da kazananı yoktur; çünkü savaş, güven, bağlılık, anlam, bütünlük gibi en temel insani ihtiyaçları hedef alır. Hangi tarafın kaybı daha çok, hangi taraf daha güçlü sorularının ötesinde, savaşın ortak paydası insani yıkımdır.

Bu yüzden hangi inançtan, kimlikten ya da ulustan olursa olsun, savaş karşısında “ama” ile başlayan cümleler kurmak, psikolojik acıyı normalleştirmek anlamına gelir. Oysa acı, kimliğe göre şekillenmez. Çocuğunu kaybeden bir annenin gözyaşı, hangi coğrafyada dökülürse dökülsün aynıdır.

Savaşın kazananı yoktur. Geriye sadece, bomboş şehirler, parçalanmış aileler, susturulmuş çocuklar ve iyileşmesi uzun yıllar sürecek yaralar kalır.

İşte bu yüzden, taraf seçmeden, kimliği sorgulamadan, sadece insanı odağa alarak tekrar tekrar hatırlatmak gerekir: İdeolojiler değişebilir, taraflar farklı olabilir; ama savaşın yıktığı hep insandır…

Savaşa Karşı Psikolojik Dayanıklılık Mümkün mü?

Savaş gibi büyük ve belirsizlik dolu travmatik olaylar karşısında tamamen korunmak mümkün olmasa da, hem bireysel hem toplumsal düzeyde psikolojik dayanıklılığı güçlendirmek mümkündür. Dayanıklılık, yalnızca güçlü durmak değil; zorlayıcı yaşam olaylarına karşı esneyebilme, yeniden yapılanabilme ve işlevselliği sürdürebilme kapasitesidir.

Bireylerin yaşadıkları travmatik deneyimlerle baş etme süreçlerinde “anlam arayışı” belirleyici bir rol oynadığı bilinmektedir. Kişi yaşadığı acıya bir anlam yükleyebildiğinde – örneğin başkalarına yardım etme, mücadeleyi sürdürme ya da ruhsal büyüme gibi – psikolojik toparlanma daha olası hale gelir.

Bunun yanı sıra, özellikle çocuklar ve ergenler açısından günlük yaşam rutinlerinin korunması, bireyin güvende hissetmesine ve kontrol algısının sürmesine yardımcı olur. Savaş ortamlarında dahi sürdürülebilen basit ritüeller, duygusal regülasyon açısından koruyucu işlev görebilir.

Sosyal bağların güçlendirilmesi de dayanıklılığın temel bileşenlerindendir. Yakın çevreyle kurulan destekleyici ilişkiler, yalnızlık hissini azaltır ve psikolojik yükü paylaşılabilir kılar. Bu bağlamda aile içi iletişim, topluluk dayanışması ve grup temelli destek mekanizmaları, özellikle toplumsal travmalarda kritik öneme sahiptir.

Günümüzde yaygın bir sorun olan travmatik içeriklere aşırı medya maruziyeti, bireylerde kaygı düzeyini artırmakta ve duygusal tükenmişliğe yol açabilmektedir. Bu nedenle özellikle kriz dönemlerinde dijital sınır koyma becerisi, psikolojik sağlamlık açısından önem taşır.

Ayrıca, bireylerin yaşadıkları psikolojik tepkilerin travmaya normal bir yanıt olduğunu bilmesi, dayanıklılığı destekleyici bir başka unsurdur. Bu tür bilgiler, bireylerin kendi tepkilerini anlamlandırmasını kolaylaştırır ve utanma, suçluluk gibi duyguların azalmasına katkı sağlar.

Kısacası, savaş gibi yıkıcı süreçlere rağmen ruhsal dengeyi sürdürmek tamamen bireysel bir çabanın sonucu değil; sosyal destek, doğru bilgi, duygusal farkındalık ve anlamlandırma süreçlerinin birlikte işlediği çok yönlü bir yapı içinde mümkündür…

Unutmayalım; savaşın bıraktığı en derin iz, yaşamaya devam edenlerin taşıdığı sessiz yüktür..

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
KÜBRA ÖZSAT Arşivi
SON YAZILAR