Abdurrahman Yel

Abdurrahman Yel

Tesadüf mü?

Tesadüf mü?

Çocuk eğitiminde rol modellerin büyük bir önemi vardır. İlk rol modeller anne babalar olur. Çocuklar ilk önce evinde arar örnek alacağı kişiyi, evinde bulamazsa mahallesinde, mahallesinde bulamazsa yakın çevresinde. Sonra da sanatçılardan, sporculardan ya da siyasilerden seçer gelecekteki kendini.

Bu nedenle yukarıda saydığımız kişilerin hepsinin çocuklar için birer rol model olduklarının farkında olması, sosyal sorumlulukları gereği hal hareketlerine, söylemlerine, yaşam tarzlarına dikkat etmeleri gerekir. Bireysel olarak bu duyarlılığı göstermesi gereken büyüklerin yanında sistemsel olarak da iyi bir insan yetiştirmek amaçlanmalıdır. Doksanlardan bu yana gittikçe dejenere olan toplumumuzda çocukların davranış bozukluklarına şöyle bir televizyon üzerinden bakayım dedim. Karşıma çıkan tablo, o dönemdeki sistemin bilinçli bir şekilde iyi bir birey yaratmaya çalıştığını gözler önüne seriyor, günümüzde ise ne kadar özensiz olduğumuzu yüzümüze sert bir tokat gibi çarpıyor adeta.

Televizyonu açardık, her şey düşünülmüştü sanki. Herkes kendine göre bir program bulur, kişisel gelişimine katkı sağlardı, televizyon şimdiki gibi özensiz değildi. Her bir film ya da program ayrı bir tatta olur, ayrı bir katkı sağlardı. Hiçbir yerinde bipleme olmazdı. Toplumsal norm ve hedefler önceden düşünülmüş ve sansürsüz bir şekilde sunulurdu. Rol modeller senin benim gibi konuşur, düzgün davranır, iyi birer örnek olurlardı.

Süper Baba vardı mesela. Tek başına bile kalsa bir baba, babaların nasıl hem anne hem baba olabileceğini ders işler gibi gösterirdi bizlere. Aile sıkı sıkıya bağlı birbirine, kenetlenirlerdi.

Perihan Abla’yı izlerdik, “çocuğu olmadan bir anne nasıl olunuru” öğretirdi herkese. İzlerken bile sarılırdık ona hepimiz, evden biriydi sanki. Öğretmenliğin testlerden, sınavlardan ibaret olmadığını; eğitimin toplumdaki yerini öğretirdi hepimize.

Abartılarına gülsek bile vatan sevgisini aşılardı Kara Muratlar, Tarkanlar. Düşmanı belliydi, ülkenin zenginliklerinden seçmezdi düşmanını; ayrıştırmazdı; birdik, fedaiydik hepimiz filmlerden sonra.

Koçum Benim vardı, sadece okumanın değil sporun da önemini öğretti tüm gençlere. Sporla okulun bir arada gidebileceğini gösterdi herkese.

Susam Sokağı’ndan Minik Kuş, Edi, Büdü, Kırpık sadece Susam Sokağı’nın değil bizim sokağın da çocuklarıydı, arkadaşlarımızdı. Menfaatsiz arkadaşlıkların ne kadar önemli olduğunu öğretirlerdi tüm memleket çocuklarına.

Siyaset Meydanı’ndan öğrendik sırayla konuşmayı, sırayla dinlemeyi hem de fikirlerine katılmasak da karşımızdakine saygı duymayı. Az mı yaptık esprisini: “Beyefendi ben sizi dinledim, lütfen siz de beni dinleyin!” diyerek.

Uğur Dündar'la kalpazanları mı kovalamadık, yolsuzlukları mı ifşa etmedik, stokçulara mı savaş açmadık hep beraber. Halkı koruduk onunla, pirincin içinde taşlar aradık gittiğimiz mahalle bakkallarında.

Olacak O Kadar vardı; niyeti kimseyi kırmak olmayan, arada bir zülfü yara dokunduran. Tam zamanı geldiğinde araya manzara koyan.Kime dokunsa gülerdi, onlar da incinmeden, kırılmadan.

Siyasi parti liderlerinin mütevazilikleri, birbirlerine “Sayın” diye hitap ettiklerini hala duyar gibiyim. Siyaset programlarında onların adına birileri her gün kavga etmez, bizzat kendileri aynı masada oturur, rekabet ederken bile centilmenliğin nasıl yapılabileceğini gösterirlerdi cümle aleme.

Mesela tüm taraftarların tribünlerde bir arada oturup izledikleri canlı maçlar vardı televizyonlarda. Rıdvan Dilmen, Oğuz Çetin, Cüneyt Tanman, Rıza Çalımbay’ın verdiği röportajlardaki sporun kardeşlik ruhunu her seferinde iliklerimize kadar hisseder, heyecanlanırdık onları izleyince. Birçoğunun ismini geçin lakaplarını bile bilirdik; çünkü bizdendiler ve rol modellerimizdi onlar. Levent Özçelik’in maç esnasında faul yapılan Fenerbahçeli Ümit ile saha içinde yaptığı röportajı hatırlıyorum. Maç devam ederken mikrofonuyla sahada hakem tarafından bir gülücük eşliğinde çıkarıldığı anlar hala gözlerimin önünde; samimiydiler, doğaldılar. Statlarda düşman yoktu, seyircisiyle, oyuncusuyla, basınıyla sadece rakiplerdi birbirlerine.

Maç durduğunda Halit Kıvanç'ın bilgi ve deneyim dolu yorumları girerdi aralara. Boşluğu sevgiyle, spor tarihiyle, olimpiyatlarla doldururdu.

Süpermen, kimin başı sıkışsa hemen yetişir; yardımlaşmanın ne kadar önemli ve gurur verici olduğunu gösterdi yedi düvele. Gel de yardımsever olma Süpermen’den sonra.

Bay Yanlış ile Doğru Ahmet’ten bir dakikada doğruyu yanlışı öğrenir, hemen ilk fırsatta sokaklarda uygulamaya çalışırdık. Az mı taşıdık yaşlı teyze poşetlerini?

Resim yapmanın ve doğallığın ne kadar güzel olduğunu TRT2’de Bob Ross'dan öğrendik hepimiz. Hayal gücümüzün sınırlarını zorlardık.

7’den 77’ye Barış Manço’yla daha küçükken koca adamlar olmaya çalışırdık, kendi küçük konuşmaları büyük.

Mükremin Abi’miz vardı. İşsizdi, aylak aylak gezse de adamlığın ne kadar önemli olduğunu gösterirdi hepimize. Mahallemizi sahiplenirdik onun gibi, ilkokulun silgi kokan, tebeşir lekeli yıllarında.

Voltran'ı oluştururduk televizyonu kapatınca. Bir olur, beraber hareket ederdik arkadaşlarımızla.

Erkan Yolaç'la tuzağa düşmek bile çok güzeldi. “Evet Hayır” yarışmasıyla öğretirdi eğlenceli tuzaklar kurmayı. Düşünce de tuzağa elimiz alnımıza gider; sinirlenmez, gülerdik hep beraber.

Dama, mangala, çelik çomak oynardık. Zekamızı ve dikkatimizi ne kadar geliştirdiğinin bile farkında olmadan.

….

Bir zamanlar televizyon böyleydi işte. Ediz Hunlar, Erol Evginler, Tarık Akanlar vardı. Şimdiki çocukların kimleri var örnek alacakları. Eskileri ben yazdım, haydi siz de şimdiki örnekleri düşünüp değerlendirin, bir kıyaslayın bakalım…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Abdurrahman Yel Arşivi

Umut

21 Eylül 2023 Perşembe 00:10
SON YAZILAR