Murat AKBAŞ

Murat AKBAŞ

Yerel Demokrasi Üzerinde Sınıfsal Bir Vesayet

Yerel Demokrasi Üzerinde Sınıfsal Bir Vesayet

Bugünün kentlerinde giderek daha fazla hissedilen şey, yalnızca bir fiziki dönüşüm değil; aynı zamanda toplumsal olanın, siyasal olanın ve kamusal olanın büyük bir daralmaya maruz kalmasıdır. Artık kent, yalnızca içinde yaşanılan bir mekân değil; bir egemenlik alanıdır. Bu egemenliğin sahibi ise çoğunlukla sermaye sınıfı ile onunla iç içe geçmiş teknokratik ve seçkinci kadrolardır. Yerel yönetimlerden sivil toplum kuruluşlarına, kültürel yapılardan karar alma mekanizmalarına kadar her alanda, bu dar bir çevrenin kenti sahiplenme refleksiyle karşı karşıyayız.

Bu sahiplenme hali, derin bir sınıfsal kibirle iç içedir. Kenti kendi malı gibi gören bu zihniyet, emekçileri, orta sınıfı ve halkı kent yönetiminin asli özneleri olarak değil; eğitilmesi, yönlendirilmesi ve çoğu zaman dışlanması gereken gruplar olarak konumlandırır. Çünkü bu anlayışa göre bilgi ve vizyon yalnızca belirli bir zümreye aittir. Onlar bilir, onlar karar verir, onlar uygular. Halk ise bu süreçte ya “katılım süsü”nün parçası yapılır ya da tamamen yok sayılır.

Bu durumun felsefi olarak en sarsıcı yönü, eşitliğin ontolojik bir varsayım olmaktan çıkarılmasıdır. Oysa hakiki bir demokrasinin temelinde yatan şey, her bireyin eşit derecede konuşma, itiraz etme ve yönetime katılma hakkıdır. Ancak bugün kentlerde hayata geçirilen yönetişim modelleri, bu eşitliği teknik uzmanlıkla ikame ederek yurttaşları birer “yararlanıcıya” indirger. Böylece kent yaşamı, özgür bireylerin ortaklaşa belirlediği bir geleceğin zemini olmaktan çıkar, az sayıda aktörün çizdiği sınırlar içinde hareket etmeye zorlanan bir kalabalık topluluğa dönüşür.

Kentlerin kaderi, artık doğrudan doğruya “kârlılık”, “sürdürülebilir yatırım”, “verimlilik” gibi daraltıcı kavramlarla tanımlanıyor. Bu kavramlar, teknik görünümleri altında ideolojik bir işlev görür: Değeri, yalnızca ölçülebilir olanla; katılımı ise yalnızca sessizce onaylanmış modellerle sınırlı kılar. Oysa bir kentte yaşamak, yalnızca orada barınmak ya da işe gitmek değildir. Kent, insanın dünyayla ilişki kurduğu, sesini duyurduğu, birlikte kararlar aldığı bir varoluş alanıdır. Bu alanın yönetimini sadece teknik uzmanlara ve sermaye gruplarına bırakmak, insanı edilgenleştirmekle kalmaz; onu yurttaş olmaktan çıkarır.

Bu noktada mesele artık yalnızca kentsel yönetişim değil; doğrudan doğruya demokrasinin mahiyetidir. Çünkü demokrasi, yalnızca sandıkta oy vermekle değil; aynı zamanda kent yaşamının gündelik pratiğine müdahil olma hakkıyla anlam kazanır. Bu hak, yalnızca güçlülerin değil, tüm toplumsal kesimlerin ortaklaşa kullanabileceği bir haktır. Aksi hâlde, kent bir müşterek olmaktan çıkar, birkaç kişinin kendi hikâyesini yazdığı bir sahneye dönüşür.

Bugün karşımızda duran gerçeklik şudur: Kentin geleceği, birkaç elit aktörün kendi arasında paslaştığı bir topa indirgenemez. Emekçilerin, kadınların, gençlerin, yoksulların, dışlanmışların, göçmenlerin, her gün o kenti yaşanabilir kılmak için çaba sarf eden sıradan insanların söz hakkı olmadan o kent, ne demokratiktir ne de adil. Kentteki siyasal tahayyül, ya onları da içine alarak genişler ya da demokratik bir hayal olmaktan öteye geçemez.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Murat AKBAŞ Arşivi
SON YAZILAR