Yahya ÖGER

Yahya ÖGER

BİR YUVANIN HAKLARI İMZAYLA ÖLÇÜLEMEZ

BİR YUVANIN HAKLARI İMZAYLA ÖLÇÜLEMEZ

Bu yazıyı kaleme alırken, doğabilecek tepkilerin ne kadar sert ve acımasız olacağını uzun uzun düşündüm. Fakat şu bir gerçektir ki; kabul edilsin ya da edilmesin, Anadolu’nun birçok bölgesinde birden fazla evlilik vakaları fiilen vardır ve bu sosyolojik gerçek, yasaklarla tamamen ortadan kaldırılabilecek bir olgu değildir. Üstelik, birden fazla evliliği reddeden kimi şahısların perde arkasında “yasak aşk” yaşadığı düşünülürse; konuyu ahlakî, vicdanî ve dinî boyutlarıyla ele almak kaçınılmazdır. Ne yazık ki bugün Türkiye’de birçok İslâmî camia, oluşabilecek olumsuzluklardan çekinerek başını kuma gömmekte; var olan sosyal gerçekliği yok saymaktadır. Kimse bu yapılardan çıkın, birden fazla evliliği teşvik edin demiyor; ancak ilan edilmiş ve aynı çatı altında aile olma iradesine girmiş insanların göz göre göre suç kategorisine itilmesi adil değildir. Bu bağlamda, aşağıdaki yazıyı dikkatle değerlendirmenizi istirham ediyorum.

Bugün Türkiye’de aile hukukunun en kırılgan yarası, gerçek hayatla yasal tanım arasındaki uçurumdur. Bazı bölgelerde onlarca yıldır süren fiilî aile birliktelikleri, ikinci evlilikler, çocuklu ilişkiler; boşanma aşamasında bir anda “zina” suçlamasına dönüşebiliyor. Dün aile kabul edilen bir birliktelik, bugün mahkeme salonunda ahlaksızlık etiketiyle damgalanıyor. Değişen tek şey imzadır.

Soru basit:

Bir imza atılmadı diye bir yuva yok sayılır mı?

Veya:

Bir imza atıldı diye bir aile aniden suçluya dönüşür mü?

Bu durum hem hukukî açıdan tutarsız hem de toplumsal vicdan açısından onur kırıcıdır.

Daha trajik olan ise şudur:

Türkiye’de kadın–erkek ilişkisi fiilen yaşanırken, yıllarca aynı çatı altında aile kurmuş bireyler boşanma dosyasında “zina şüphesiyle yargılanabiliyorken; Batı hukuku etkisiyle korunan eşcinsel ilişkiler zina tanımı dışında tutuluyor.

Yani;

İslâm’ın en ağır biçimde reddettiği eşcinsel cinsel ilişki, Türk Ceza Kanunu’nda zina sayılmıyor.

Fakat aynı kanun, bir kadınla erkeğin evlilik dışı fakat fiilî aile hayatını zina olarak değerlendirebiliyor.

Bu açık bir çelişkidir.

İslâmî açıdan zina, evlilik dışı kadın–erkek ilişkisidir.

Eşcinsellik ise, Kur’an’da helakla sonuçlanan kavimlerin sebebi olarak anılan çok daha ağır bir ahlâk ihlalidir.

Peki modern hukuk burada ne yapıyor?

Eşcinsel birlikteliği “bireysel özgürlük” diye tanıyor;

fiilî aile birlikteliğini ise mahkeme kayıtlarında suçlattırıyor.

Bu tabloyu görmek için uzağa gitmeye gerek yok.

Batı'nın aile yapısı çökmüştür:

– İsveç’te çocukların yarısı evlilik dışı ilişkiden doğuyor.

– Fransa’da evlilik oranı son kırk yılda yarı yarıya azaldı.

– İngiltere’de artık boşanmak için kusur şartı yok. “İstiyorum” demek yeterli.

– ABD’de nafaka sistemi erkekleri ekonomik esirliğe dönüştürdü; erkeklerin %24’ü nafaka borçlusu nedeniyle kredi dahi alamıyor.

Batı’nın geldiği nokta ortada:

Aile yok, sadakat yok, evlilik yok, baba figürü yok.

Bizde ise asırlardır süregelen aile kültürü, dinî nikâh disiplini ve çok eşlilik geleneği, sosyolojik zeminde hâlâ mevcuttur. Bu yapılar, devlet eliyle teşvik edilen düzenler değil; hayatın ürettiği zorunlu sonuçlardır.

Bugün Türkiye’de özellikle bazı bölgelerde birden fazla eşli aile yapısı vardır.

Bu birliktelikler, yıllarca aynı çatı altında yaşamış, çocuk sahibi olmuş, sorumluluk paylaşmış yapılardır.

Peki hukuken ne oluyor?

Boşanma davası açıldığında, yıllardır çocuk büyüten bir erkek ile ikinci eş konumundaki kadın; nafaka davasında bir anda “zina” damgası yiyor.

Bu nasıl adalet?

Yıllarca süren evlilik hayatı, bir anda avukat taktikleriyle çocukların gözünde bir utanca dönüştürülüyor.

Bazı kadınlar yüksek nafaka almak için, avukat yönlendirmesiyle eşlerini zina ile suçlayabiliyor; bazı erkekler ise aynı yola başvuruyor.

Bu nokta aileyi korumuyor; aileyi öldürüyor.

Çözüm belli:

1- Zina tanımı yeniden düzenlenmeli.

Fiilî aile yapısını suç kategorisine iten maddeler yeniden tasarlanmalı.

2- Nafaka sistemi suistimale kapatılmalı.

Ahlâkî ve ekonomik şantaj aracı haline gelen bu düzene son verilmeli.

3- Dini nikâh ve ikinci evlilikler kayıt dışından çıkarılmalı.

Bu sayede mağduriyet değil, koruma sağlanmalı.

4- Eşcinsel birliktelikler zina kapsamındaki eşitsizlikten çıkarılmalı; hukuk, dinî tanımı görmezden gelmemeli.

Bir yuvanın şerefi imzayla ölçülemez.

Bir annenin mahremi, mahkeme kelimeleriyle kirletilemez.

Aile, devletin ve toplumun son kalesidir.

Bu kale yıkılırsa; birey ölür, toplum çözülür, millet dağılır.

Bugün yapılması gereken, aileyi savunmaktır. Kâğıdı değil, insanı korumaktır.

Dokümanı değil, sadakati yüceltmektir.

Türkiye’nin aile hukuku, toplumsal gerçekliğe uygun hale gelmek zorundadır.

Çünkü bu topraklarda yuva, mahkeme salonunda değil;

vicdanda kurulur.

Ve vicdana imza gerekmez.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yahya ÖGER Arşivi
SON YAZILAR