Ruhun Süsüne Dönüşen Yaralar
Bazı yaralar vardır; nereden geldiğini, hangi tarihte bizden bir parça olduğunu bile hatırlamayız. Farkında olmadan bizi değiştiren, dönüştüren, kimliğimizi şekillendiren derin yaralar… Üzeri kabuk bağlamış, ama ruhumuza yapışan izlerdir onlar.
Belki onları iyileştirecek gücümüzün olmadığını düşündüğümüzden, belki de tek çarenin olduğu yerde bırakmak olduğundan, bu yaralar ara ara kaşınır, sızlar; dönüp baktığımızda hâlâ oradadır. Gözlerimizi kaçırdığımız anılar, üzerini kaç kat örtsek de ana vatanı biz olan travmalardır.
Ancak bazı yaralara bakmak, onları yeniden kanatır. Yüzleşmekten çekindiğimiz her yara, daha derine gömülürken ışık görmesini engeller. Sarıp sarmalayıp bir köşede beklettiğimiz her ruh ağrısı, zamanla yük olur; öfkeye, kırgınlığa dönüşür. Benzer duygularla tekrar tekrar titreşir, yaşadıklarımıza geçmişin izlerini ekler.
Peki, her yara mutlaka iyileşmeli midir? Görmezden gelmek kaçış mıdır, yoksa bilinçli bir hayatta kalma stratejisi mi? Gerçekçi olmak gerekirse, her yarayı kapatamazsın. Mesele, onları inkâr etmek değil; onlarla nasıl yaşayacağını anlamaktır. Çünkü onlar biziz.
Zamanında aldığımız kararlar, üstlendiğimiz sorumluluklar, içinde büyüdüğümüz çevre… Hepsi bizi biz yapan parçalar. Onlar yokmuş gibi yaşamak, kendimize ihanet etmektir. Bazı yaralar kapanmaz, ama artık acıtmaz.
İyileşmek, yaraları kabullenmek, yüzleşmek ve onlara başka gözle bakmayı öğrenmektir. Dünü, bugünü ve yarını aynı anda hissedebilmektir. Hiçbir acı, yaşandığı an kadar keskin değildir; zaman, yeni anlar ve yeni anlamlar ekler hayatımıza.
Ve hayat, bize mutlu olmak için fırsatlar sunar. Hikâyemizi yeniden yazmamız, yeniden şekillenmemiz, var olmamız için… Kendimizi, tüm izlerimizle kabul etmemiz için.
Güçlü görünmek değil, gerçekten yaşamayı seçtiğimizde; geriye dönüp baktığımızda gördüğümüz şeyin biz olduğunu anladığımızda ve ona gülümseyebildiğimizde, kanayan yara ruhun süsüne dönüşür.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.