BİR DE SEN GİTME SEVGİLİ SIRRI SÜREYYA…
“Bırak ay gitsin, sen kal bu gece.”
Her insan senin gülüşlerinden asılmalı dünyaya…
Bir Özdemir Asaf şiirinin kokusu yayılıyor geceye: “Günün en güzel saatleri bunlar, yanımda kal.”
İşte bu kadar yalın, bu kadar derin.
Yanımda kal.
Sen ki, sevdalarımızın ve barışın sırrı… Şiirlerimizin gökteki en parlak çift y’si, Süreyya’sı…
Aşkımıza Önder, meclise renk, halkın gülüşüne umut…
Daha dün konuşuyorduk senden. Belki bir yerden bizi duyarsın.
Belki gülüşlerimizden birini alır, kendi gülüşüne ömür eklersin diye…
Şiirler okuduk senin için. Umut ettik, belki bizimle şiire durursun…
Ama olmadı.
Umutlarımız senin gülüşünde asılı kaldı, sevgili Sırrı Süreyya.
Şimdi bu ülkenin, bu meclisin sensiz ve renksiz haliyle ne yapacağız?
Kim güldürecek artık İdris Naim’i?
Gardiyanın yüzüne kim umut sürecek?
Eskiden gözyaşlarımız vardı.
Deniz’ler vardı.
Zindanda Pir Sultan’ın idamına Yusuf gibi isyan eden Ahmet Abimizin vapuru vardı.
Bir de kiraz ağacında gömleği yırtılan Yılmaz Güney…
Çocukluğumuzun bilyelerini ararken gözlerini kaybeden sinema adam.
Sen de onların devamıydın.
Her gece her şarkıda Ahmet Kaya’ya eşlik ederken hece hece…
Karanlık gecelerde yıldızlar birer birer düşerken suskunluğa, şarkılar hepimizin yerine haykırırdı:
“Dışarıda yağmur yağıyor, benim içime kar…”
Ve biz o karla üşürdük.
Onun sesinde sultanlara baş kaldırırdık.
Sanatçı postuna bürünen çakallara, sahtekâr sürülerine karşı onunla omuz omuza dikilirdik burçlara…
Ve sen…
Sen Malta’da, “Kürdün Gelini”ni söylerken titreyen sesinle bile cesur bir şarkıydın.
“Boğazım düğüm düğüm,” derdi, “Şu insanların yüzlerini göremiyorum.”
Ama hepimiz görüyorduk senin kalbini.
Susuyorduk.
O söylüyordu.
Sen tamamlıyordun.
Biz ise sadece dinliyorduk, kimi zaman ölümü, kimi zaman ihaneti, kimi zaman aşkı…
Bu şehir seni bozmaz mıydı?
Haydar demedi mi “Bu şehir seni bozar” diye?
Ve bozdu da belki…
“Savaşma, seviş” dediklerinde, “sevişmek” kelimesi kirletildi belki de…
Geceler meni kokuyordu, çocuklar gayrimeşru doğuyordu,
Ve biz hâlâ bensiz bütün senleri şiirle, aşkla anmaya devam ediyorduk.
Bak bu şehir nasıl da bozdu bizi.
Süt bozuldu, zehir oldu.
“Acımasız olma bu kadar,” dedikçe
Sen savrulup gittin.
Geride aşklar, kadınlar, çocuklar kaldı yetim…
Yalnızlık kaldı.
Yelken açtın suskunluğa.
Martılar çöplüklerde kanat çırparken biz hâlâ seni konuşuyorduk.
Sofralar kuruldu bir yerlerde.
Kadehler tokuşturuldu gülüşlerde!
Sen gittin.
Benim neden ağladığımı, kime yandığımı kim nereden bilecek şimdi?
İşkencede adını söyleyemedim.
Ama “Beni vur, onlara verme,” diye direndim.
Ben yandım.
Sen de yandın.
Ama biz, biz hâlâ “Ben yanmayayım” dualarında gizli kalan korkulardayız…
Ve Ahmet Abi gidince…
Sokaklar öksüz kaldı.
Kediler sahipsiz.
Ormanlar çıplak.
İnsanlık çırılçıplak…
Her üçüncü sayfa haberi, her genç ölümü, her taciz, her kuş ölümü kalbime işleniyor artık.
Çünkü kimse konuşmuyor.
Karanlıkları kimse yırtmıyor.
Geriye sessizlik kaldı. Bir de damla damla büyüyen bir kin!
Peki, kuşlar gülebilecek mi sensiz?
Sen benim masal kahramanımdın.
Gerçekleri benim yerime konuşan, haykıran…
Sen gittin ya…Ahmet Abi
Ceketimi yağmurlara astığımdan beri
Tehlikeli şiirler okuyorum.
Dünyaya sataşıyorum.
Ama aşkın bir nüshası sende kaldı.
Bir de sen gitme sevgili Sırrı..
“Bırak ay gitsin, sen kal bu gece…”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.