Zülküf Kışanak

Zülküf Kışanak

Daha ne olsun kirve…

Daha ne olsun kirve…

Kıştı, kar diz boyuydu, donduran tipiden bir metre ilerisi bile görünmüyordu, dışarısı buz kesilmişti. Öyle bir günde hayatını kaybetti Husênê Kut, namıdiğer Kirve Hüskut. Ben o gün dayım Şeyh Ali’nin Haliliye mahallesinin Akar sokağındaki 23 numaralı tek katlı, Hüskutlar’ın çaprazındaki evinde kalıyordum. O karakış günde, tipide toplandı kapı komşular, mahalleli, hatta haberi duyan ne kadar seveni, hayranı Siverekli varsa hepsi çıkıp geldi, o daracık sokak kısa bir sürede doldu dayanılmaz o berbat soğuğa rağmen, dayımların kapısına kadar sarktı insan kalabalığı.

Sokakta, insanın kemiklerini sızlatan tipinin dinmesini, daha doğrusu evde bekletilen cenazeyi bir an önce kaldırmalarına fırsat vermesini bekliyordu gelenler. Saygı duydukları, sevdikleri, odalarına baş misafir ettikleri Kirve Hüskut’larına karşı olan son görevlerini yerine getirmek istiyorlardı, kar fırtınasına, dondurucu soğuğa rağmen. Dayımın oğlu İhsan’la kapının önünde öylece bekliyorduk o küçücük yaşta, altı, belki de yedi yaşlarımızda, ara ara içeriye kaçıp gün boyu yanan odun sobasının önünde ısınmaya, her defasında daha çok üşüyen el ve ayaklarımıza, açıkta donan yüzümüze can vermeye çalışıyorduk.

O gün kaç defa kapıya çıktık, kaç defa sobaya verdik kendimizi, hatırlamıyorum. Gün, bir ömür olmuştu bizim için. Kirve Hüskut’u kaldırmaya, onu alıp götürmeye gelenler, tipinin dinmesini, havanın az da olsa açılmasını bekliyordu dondurucu soğukta. Derken öğlene doğru bir anda rüzgarın sesi kesildi, tipi durdu, hava açıldı, hatta tuhaf olacak ama güneş kendisini iyice göstermeye başladı. Biz bile sokağa vuran güneşte ısınmaya başladık. Çok geçmeden duvar diplerinde sakin sakin ısınmaya çalışan sokaktaki her kes birden Kirve Hüskut’un evine doğru hareketlendi, ardından tipinin geçmesi için evde hazır bekletilen cenaze omuzlarda dışarıya çıkarıldı. Kalabalık, cenaze omuzlarda diz boyu kara bata çıka Seyfioğlu caddesine çıktı, sağa dönerek şehre doğru hızlandılar. İhsan’la bir süre kalabalığın arkasından gitsek de soğuğa daha fazla dayanamayarak geri eve döndük.

Siverek’in efsane davulcusu Kirve Hüskut, benim kuşak görmedi ama zamanında düğünlerde, odalarda ribab, cümbüş, saz çalarmış, dengbêjlik yaparmış. Son günlerini Kobanili Bakî Xido’nun söylediği Dervêşê Evdî kılamını dinleyerek geçiren dayım Şeyh Ali, Kirve Hüskut’tan konuşurken, dalıp giderdi, “Onun gibisi yoktu, iyi bir dengbêjdi, iyi bir sazcıydı, iyi bir dosttu, çok iyi bir komşuydu Kirve Hüskut, kimbilir kaç defa benim odamda Dervêşê Evdî’yi söyledi…” derdi…

Bizim kuşak Kirve Hüskut’un oğlu Kirve Ramazan, Kirve Aziz ve diğerlerinin davul sesiyle büyüdü, zurna sesiyle şenlendi. Halk arasında babaları Kirve Hüskut’un adıyla anılan çocuklarına, Kürtçe “Mala Hüskut”, “Kê Hüskutan” yada şehirlilerin deyimiyle “Hüskutlar” deniyordu. Hüskutlar, özellikle Kirve Ramazan, Kirve Aziz çok şık giyinirdi, bir gün bile tıraşsız sokağa çıkmazlardı. Kullandıkları tespihler, çakmaklar, mendiller, hele taşıdıkları kokular çok özeldi. Giydikleri topuklu kunduralarının eşi benzeri bulunmazdı memlekette, belki de Elazığ, hata Malatya’dan sipariş ediyorlardı. Yaz aylarında bile şalvar, yelek, beyaz gömlek ve ceketten oluşan takımla gezerlerdi. Onlar toplumun saygın insanlarındandı, hürmette kusurları yoktu. Onları sevmeyen, onlara saygısı olmayan hemen hemen hiç kimse yoktu memleketimizde.

Hüskutlar, gittikleri her düğünde aynı özeni gösterirlerdi, düğün sahibinin kim olduğuna, ailenin hali vaktine bakmadan aynı hüneri ortaya koyarlardı. Bir de ne zaman bir başbakan, cumhurbaşkanı, parti lideri Siverek’e gelse onları çağırırlardı, onlarla ağırlarlardı. Hüskutlar, Kanlıkuyu’da, Ağaçhanlar’ın parkında yada Sulu Cami’nin önünde davul çalmaya başladı mı hemen anlaşılırdı mühim birinin Siverek’e gelmekte olduğu. Hiç bir partiyi geri çevirmezlerdi, herkese eşit mesafede dururlardı.

Bir de bayramların, festivallerin meydanları onların çaldığı davul sesiyle şenlenirdi. Hüskutlar, özellikle Üzüm festivalinde, Kormişkan etkinliğinde, dini bayramlarda iki, bazen üç davul ve zurnayla çıkarlardı halaya durulacak meydanlara, gün boyu halkı coştururlardı. Yorulmak nedir bilmezlerdi, gün boyu terleseler de bir yandan çalmaya devam ederlerdi, bir yandan da boyunlarına attıkları mendillerle terlerini silerlerdi. İnsanlar yorgun düşüp meydanı bırakmayana, velhasıl halay dağılmayana kadar durmazdı davulun gümbürtüsü, zurnanın sesi.

Resmi bayramlara can veren, ruh katan da Hüskutlar’ın çaldığı davulun, zurnanın sesiydi. Cumhuriyet bayramı, 23 Nisan Bayramı onlarsız olmazdı. Hüskutlar sahneye çıkmadan, hiçbir halk oyunu ekibi halaya durmazdı, bir adım bile atmazdı. Kaymakamlar, belediye başkanları, milletvekilleri, ağalar, şeyhler, ne kadar resmi kurum varsa hepsinin müdürleri onlarla dost, ahbap olurdu, bir yolunu bulup tanış olmaya çalışırdı.

Sonra…

Sonra Siverek değişti, memleket değişti, biz değiştik, kuşkusuz Hüskutlar da değişti. Aileden kimi hala dedelerinin, babalarının mesleğini sürdürse de birçoğu okudu, birçoğumuz gibi memleket değiştirdi, başka işlere atıldı, yeni bir meslek edindi. Kimi berber, kimi manav, kimi şoför, kimi çiftçi, kimi doktor, kimi mühendis, kimi imam, kimi müftü, kimi avukat oldu. Sevgili İhsan’la o karda kışta, o zemheride cenazesinin peşinden koşturduğumuz Siverek’in efsane davulcusu Kirve Hüskut’un ailesinden, canından biri de günümüzün en meşhur hakimi olduğunu öğrenmiş olduk geçen günlerde verdiği son kararıyla. Diyeceğim o ki verdiği bu karar birazcık tartışmaya açık olsa da memleketin en hukuk adamı, dahası adaletin timsali olduğunu ortaya koydu Kirve Hüskut’un yeğeni. Anlayacağınız Kirve Hüskut’un yeğeni, hiçbir baskıya boyun eğmeden, dahası birikiminden, hukuk bilgisinden, adalet anlayışından taviz vermeden Trabzonlu İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na, YSK üyelerine basın önünde “ahmak” diyerek hakaret suçunu işlediği gerekçesiyle 2 yıl 7 ay 15 gün hapis cezasını vermek suretiyle Türk Milleti adına hükmünü kurdu, üstelik sanık İmamoğlu’nun siyaset yapmasına da yasak getirdi bu hüküm. Mütaalayı mahkemeye sunan savcının iddia ettiğine göre ise kurulan hükümdeki hapis günlerini yanlış hesaplamış, daha doğrusu birkaç günü fazladan hesaplamış, üstelik kanunda olmayan bir fıkraya atıfta bulunarak bu yanlışı yapmış…

Kirve Hüskut, hakim yeğeninin yaptığı bu yanlışı mezarında duymuş olsaydı ona çok bozulur, dahası ona çok içerlenirdi, sanırım ona döner, "Daha ne olsun kirve…" derdi.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Zülküf Kışanak Arşivi
SON YAZILAR