Digor, her haline bittiğim yer…
Digor, bende iz bırakmış yerlerin başında gelir. Yüreğimde yer edinmiş Göle, Kağızman, Tuzluca, Tekman, Karayazı, Varto, Karlıova, Yedisu, Diyadin, Erciş, Muradiye, Çaldıran, Özalp, Başkale, Şemdinli, Beytüşşebap, Eruh, Hizan, Tatvan, Baykan, Gercüş, Mazıdağı, Bismil, Hazro, Kulp gibi, iliklerine kadar ezilmiş, teslim alınmak istenmiş Hilvan gibi, Siverek gibi. Çıplak güçle sınanmış, vurulmuş, kabuklarına çekilmeye, susu pus yaşamaya zorlanmış ama yenilmemiş, boyun eğmemiş, korkularıyla baş edebilmiş bu yerlerin başında gelir Digor, her haline bittiğim yer. Öyle böyle değil, baskı ve şiddetin alasıyla iradesinin sınandığı ama teslim alınamadığı o en zorlu, o en ağır geçen günlerinde onu yaşadım, onu tanıdım. Biliyorum, çığlığı hala dağ taş duyuluyor, sesi hala kulaklarda çınlıyor. Nasıl unutabiliriz ki çoluk çocuk, genç yaşlı, kadın erkek olarak omuz omuza yürüdüğü o en sıcak Ağustos gününde kuşatılmış köylerden, yaylalardan, özgür dağlardan güneşine yürüyen Digor’u, Serhat’ın en inatçı şehrini. Vahşetin kol gezdiği, kimsenin kimseye ses olamadığı, yüreğini taşa bile açamadığı, her bir yandan kuşatılmış kendi köyünde, kendi mahallesinde, kendi sokağında, kendi evinde bir başına kaldığı, gölgesine sığındığı, örgütlü zorbalara inat kendi kalabildiği şehrimdir Digor. Öyle ya, kendi yalnızlığına yoldaş olduğu, büyük sessizlik içinde kendi yoluna gittiği günlerde onu tanıdım, yüreğimle ona sığındım, onun oldum. En iyi Mazlum bilir, orta yerde kaldığım bir akşam vaktinde beş, bilemedin altı yaşındaki o güzel çocuk, bana sahip çıkan, elimden tutup güle oynaya beni evine götüren, Serhat’ı baştan başa adımlamış güneşimin yüreğiyle ısıttığı, düşünceleriyle büyülediği, sesi ile can olduğu büyülü yuvasına beni misafir eden…
*
Redkî, Mirdêsî, Kurdkî, Milî, Cemaldînî, Bêskî, Sipkî, Dilxêrî, Heyderî, Şemskî, Celalî, Birûkî, Geltûrî, Şerefka gibi birçok Kürt aşiret ve kabilesinin yaşadığı, topraklarına can olduğu Digor, bir zamanlar Ermenilerin de, Êzidî Kürtlerin de yaşadığı, hayat verdiği, her bir taşında, her bir karış toprağında bir iz bıraktığı, her bir insanına ses, her bir sese renk olduğu gülistanımdır. Her bir köşesi binbir çiçekten illaki papatyadan bir derya uçsuz bucaksız muhteşem yaylaların, hısım akrabaları birbirinden ayıran, birbirlerinin külüne muhtaç kapı komşularının arasına giren dikenden tel, demirden duvar sınır boylarındaki derin vadilerin, yüksek dağların buluştuğu bir yerdir, Digor. Şimdi sessiz, şimdi yalnız, gülistanımın sırtı Serhat’ın payitahtı kadim Ani şehrinin sırdaşı Arpaçay, her mevsim görkemli Dumanlı dağının, dağlarının eteklerinden vurup gelen, deli dolu kendi yoluna giden Digor çayı hayat verir ona, varıyla yokuyla onu besler. Biliyorum, benden, bizden, yeryüzündeki herkesten çok, sürgün yeri, her dem karlı Elegez dağlarında sır olmuş Ezdaî Xanima Rizgo hayal etmiştir çocukluğunun cenneti Digor’u, sonsuza kadar geride bıraktığı baba ocağı Kızılkule köyünü, boynu bökük papatyaları, son nefesine kadar hasretiyle yaşadığı kır çiçekleri, kadim dengbêjlerin, hikayesi bitmemiş eski zaman anlatıcılarının diyarı, evi Serhat’a emanet bıraktığı çocukluğunu...
*
Bu yıl yine gittim, yine vardım Digor’a, yine verdim yüzümü onun uçsuz bucaksız, bir defa daha aklımı başımdan alan yaylalarının, dağlarının, vadilerinin candaşı rüzgarına, Mazlum’un saflığında yine can oldu bana. Doğanın cıvıl cıvıl olduğu, renk renk çiçeklerin, her boydan arının, kelebeğin, börtü böceğin deli dolu oynaştığı bu Haziran ayında ona gitmek, onun olmak bir başkaymış. Her bir köşesine aşk-ı derya oldum. Bu defa şiir tadındaki baharını yaşadım Digor’un, doksanlı yıllardaki gibi her bir taraftan tahkim edilmiş yol boyu ardı sıra dizili askeri barikatlara takılmadan, adı sanı lazım olmayan ölü sevici adamların sorgu sualine uğramadan, bildiğim en genç mihmandarım Mazlum’u, can olduğum sırdaşımın gül yüzlü çocuk halini düşleyerek geçip gittim, yayla yayla, dağ dağ, vadi vadi gülümseyen güneşin izinde, ama yüreğime sinmiş acısını hissederek, hüznünü yaşayarak. Yer gök yükselen tilili seslerini hala duyar gibi olduğum yirmi dört canın, yirmi dört özgür insanın sır olduğu, her biri bir köyden, her biri bir aşiretten yirmi dört sivil Kürt köylüsünün toprağa, suya, rüzgara yoldaş olduğu taşı toprağı hala yaslı, hala acılı vadiyi geride bırakarak yol aldım Ağrı’ya, oradan da Tendüreklere doğru, gülistani yüreğimi ikiye bölen sınır boyunca ve yine güneşin izinden…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.