İNSAN VE COĞRAFYA: VARLIĞIN MEKÂNDAKİ YÜZÜ
Varlığın görünür kılınması, mekânın ortaya çıkışıyla mümkündür. Mekân olmadan varlığın yüzünü bilemeyiz; çünkü varlık, kendi hakikatini mekânda somutlaştırır. Zamanın akışı da mekânın sessiz derinliğiyle anlam kazanır. Bu yüzden insan ile coğrafya arasındaki ilişki, sadece biyolojik değil, aynı zamanda ontolojik bir bağdır.
Evren, Mekân ve İnsan
Evren, sonu ve sınırı olmayan bir mekândır. Dünyamız, bu uçsuz bucaksız bütünlük içinde belirli ama benzersiz bir konuma sahiptir. Canlılığın en gelişkin hali burada belirmiştir. Belki daha ileri yaşam biçimleri başka köşelerde vardır, belki yoktur; ama dünyanın kendi özgünlüğü, başlı başına anlamlıdır. Her oluşum, evrensel bütünden kopmaz fakat kendi farklılığını da taşır. Farklılık, bütünü bozmaz; tersine, ona derinlik ve anlam katar.
Bu evrensel çerçevenin içinde, güneş sistemimizin ve gezegenlerimizin rolünü anlamak, dünyamızın özel konumunu kavramak için bir sonraki adımı ele almak gerekir.
Oluşum Sistemleri
Güneş sistemimiz, birçok gezegenle var eder kendini. Dünyamızın bu sistemdeki yerine baktığımızda, yaşamın ve biyolojik canlılığın gelişmesine uygun bir yerde durduğunu görürüz. Güneş sistemimizdeki diğer gezegenlerin, uyduların ve oluşumların rolü, dünyamıza daha güçlü bir anlam katmaktadır. Onların varlığı, dünyamızın ve dünyamızdaki canlılığın gelişimini güçlendirmektedir. Bizler, onların varlığı, koruyucu ve dengeleyici gücüyle anlam kazanıyoruz.
Sorun, diğer gezegenlerde canlılığın olup olmaması değildir; bu gezegenlerin güneş sistemimizde oynadıkları roldür. Bu roller büyüktür çünkü bizler onlarla varız, onlarla var olmakta ve anlam kazanmaktayız. Bu gerçeği bilmeden, dünyamızın nasıl bir öneme sahip olduğunu da anlayamayız.
Her gezegenin sistemdeki rolü, aslında yaşamın kırılgan dengesine doğrudan bağlıdır; bu dengeyi daha yakından görmek için, şimdi dünyamızın kendi düzenine bakmalıyız.
Gezegen ve Sistemler
Gezegen, bu sistem içerisinde kendi rolünü oynamaktadır. Ne eksik ne fazla, bu böyledir. Bir gezegenin, diğerinin rolünün dışına çıkması sistemin çökmesi veya farklı bir oluşuma evrilmesi anlamına gelir. Dünyamız, kendi varoluşunu bu denge dışında görmez. Görmediğini, güneş sistemindeki uyumundan biliyoruz. Hepsi birlikte bir bütündür. Bizler de dünyamızla birlikte bu bütünde yer almakta, kendi rolümüzü oynamakta ve bütünün anlamsal dengesini korumaktayız.
Ancak bu kozmik denge yalnızca gezegenlerle sınırlı değildir; yaşamın kendisi, doğa unsurları ve çevremizle de sürekli etkileşim içindedir. İşte bu noktada, oluşumun diline geçiş yapabiliriz.
Oluşumun Dili
Havanın veya güneşin azaldığını düşünelim. Karaborsadan hava aldığımızı göz önüne getirelim. Denizlerin, okyanusların, dağların, toprağın, bitkinin, hayvanların giderek yok olduğunu varsayalım… Varsaydığımızda uçurumlara doğru sürüklendiğimizi görürüz.
Yaşam, doğa, dünyamız, gezegenler ve güneş sistemimiz bozulur veya değişmeye başlar. Unutmayalım ki mevcut halleriyle hepsi oldukça anlamlı bir denge içindedir. Bizler, bu dengenin ürünleriyiz. Bu dengeyle oynandığında ya da bu denge bozulduğunda ne olur? Kaos oluşur ve bu kaostan yeni bir denge gelişir. Bu dengede bizler olur muyuz, işte bunu bilemeyiz. Bildiğimiz şey, hiçbir şeyin bugünkü yani yaşanır olan dünyamız gibi olmayacağıdır.
Bildiğimiz bir diğer şey ise güneş sistemimizdeki ve özellikle dünyamızdaki her canlının bu dengeyi koruma görevinin olduğudur. Bunun için özel bir çaba sarf etmeye gerek yoktur. Sadece durduğumuz yeri bilmek ve ona zarar vermemek için çalışmak yeterlidir.
Bu hassas denge, doğayla olan ilişkimizi anlamadan korunamaz; şimdi insanın ve coğrafyanın bu denge içindeki yerini ele alalım.
Coğrafya: Bir Yuva Olarak Mekân
Coğrafya, yalnızca fiziksel bir zemin değil, insanın kendi varlığını bulduğu bir mekândır. İnsan coğrafya ile kendi anlamına kavuşur; coğrafya da insanla kendini bulur. Bu ilişki, bir anne–çocuk bağına benzer: besleyen, büyüten, karşılıklı anlam veren.
Aralarındaki dil, bilmekte zorlandığımız bir dildir. Simbiyotik bir dil… Birbirini tamamlayan, birbirini var eden. İnsan, coğrafya ile bütünleştiğinde yalnızca yaşamakla kalmaz; aynı zamanda varlığın daha derin bir katmanına dokunur.
Bu bağ, insanlık tarihinin başlangıcından beri süre gelmiş ve coğrafya, hafızamızın en canlı yansıması olmuştur.
Coğrafya ve İnsanlığın Hafızası
İnsanlık tarihinin başlangıcında coğrafya, varlığın olmazsa olmaz koşuluydu. Toprak, su, iklim, bitki ve hayvan; hepsi insanın toplumsallaşmasının anahtarlarıydı. Doğayı anlamak, toplumu kurmakla eşdeğerdi. Bu anlamda coğrafya, insan zekâsının ve bilincinin aynasıdır.
Yaşam, ince bir zekâ ile dokunur. İnsan doğaya yalnızca uyum sağlamaz; aynı zamanda onunla simbiyotik bir bilinç geliştirir. Doğayı tanımak ve korumak, aslında insanın kendisini tanıması ve korumasıdır. Çünkü insan doğanın dışında değil, doğanın bizzat kendisidir. Coğrafya, bu hakikatin en canlı ifadesidir. Dolayısıyla coğrafya insanın aynasıdır; aynayı kıran, yüzünü kaybeder.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.