Kardeşlik Zamanı: Barışı Tescillemek ve Geleceği İnşa Etmek
Tarih, bazı anlarda halklara bir şans sunar. Kanla yoğrulmuş topraklara artık su serpmek, susan silahların ardından sözü büyütmek, birlikte yaşamanın yollarını aramak için… İşte biz o eşikteyiz. PKK’nın silah bırakması, bu ülkenin her bir ferdine derin bir nefes aldıracak, ama bu yeter mi? Elbette yetmez. Şimdi sıra devlette, siyasette, mecliste ve bizlerde: Bu barışı sadece karşılamak değil, kalıcılaştırmakla yükümlüyüz.
Barış dediğimiz şey, sadece silahların susması değildir. Barış; adaletin tesis edilmesi, eşitliğin sağlanması ve herkesin kendini bu vatanda onurlu bir yurttaş olarak hissetmesiyle mümkün olur. Bunun için de öncelikle TBMM çatısı altında, tüm siyasi partilerin ortak iradesiyle bir Barış ve Kardeşlik Bildirgesi yayınlanmalı. Bu bildirge, sadece bir sembol değil, aynı zamanda bir taahhüttür: Kürt halkının diliyle, kimliğiyle, kültürüyle bu ülkenin asli unsuru olduğu artık açıkça kabul edilmelidir.
Bu sürecin kalıcı ve samimi olabilmesi için ciddi siyasi reformlar gerekiyor. Kürt kimliği anayasal güvenceye kavuşmalı, anadil hakkı eğitimden kamusal hizmete kadar yaşamın her alanına yansıtılmalıdır. Yerel yönetimler güçlendirilmeli, kültürel özgürlükler desteklenmeli ve geçmişin acılarıyla yüzleşecek “Toplumsal Onarım Komisyonları” kurulmalıdır. Bizler geçmişi unutmadan, geleceği inşa etmek zorundayız.
Ancak barış, sadece sözle ya da yasayla kurulmaz. Ekonomik eşitsizlik derinleştiği sürece, kimse huzuru tam hissedemez. Güneydoğu Anadolu başta olmak üzere kalkınmada geri kalmış bölgeler için özel bir ekonomik seferberlik başlatılmalı. Tarım, hayvancılık, turizm ve sanayi alanında yatırımlar hızlandırılmalı; gençlere iş, çiftçilere umut, kadınlara fırsat verilmelidir.
Bu süreç, bir lütuf değil; geç kalmış bir hak teslimidir. Devletin kudreti, sadece gücüyle değil, vicdanıyla da ölçülür. Kürt halkı bu toprakların çilesini çekerken yanında devletini değil, çoğu zaman suskunluğu görmüştür. Şimdi o suskunluğu, cesaretle ve adaletle bozma zamanı.
Bu satırları yazarken bir köşe yazısında okuduğum sözler çınlıyor kulaklarımda: “Silahlar değil, sözler konuşsun artık.” Ne kadar doğru. O sözler; bazen meclis kürsüsünde, bazen bir annenin duasında, bazen bir çocuğun gözlerinde yeniden hayat bulacak.
Barışı tescillemek, sadece hükümetlerin değil, hepimizin görevi. Unutmayalım: Bu topraklarda ne kadar acı varsa, bir o kadar umut da var. Ve bu umut, ancak birlikte yürürsek yeşerecek.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.