Bir Halkın Yaralı Hafızası
Kürt Meselesinde İki Kutuplu Gerçeklik: Abdullah Öcalan ve Devlet Bahçeli’nin Siyasi Yansımaları:
Kürt meselesi, sadece bir etnik kimlik sorunu değil; Türkiye’nin demokrasiyle, adaletle ve ortak yaşamla imtihanıdır. Yıllardır süren çatışmalar binlerce can aldı, milyonlarca hayatı etkiledi. Annelerin gözyaşları, babaların suskunluğu, çocukların travmaları bu ülkenin ortak acı hanesine yazıldı. Ve bu uzun ve sancılı süreçte iki isim, iki kutup olarak ön plana çıktı: Abdullah Öcalan ve Devlet Bahçeli.
Öcalan, silahlı mücadelenin lideri olarak sahneye çıktı; ardından barış görüşmeleriyle tarihe farklı bir rol kazımaya çalıştı. Bahçeli ise milliyetçiliğin sesi, devletin bekâ çizgisinin yılmaz savunucusu olarak, bu sürece karşı en net duruşu sergileyen siyasetçi oldu. Bu yazı, bu iki liderin Kürt meselesindeki rollerini, Türkiye toplumuna etkilerini ve halkın bu iki kutup arasında sıkışmış gerçekliğini analiz ederken; aynı zamanda yükselen genç Kürt kuşağının yeni arayışlarını da görünür kılmayı amaçlıyor.
⸻
Abdullah Öcalan: Dağların Sessizliğinden Müzakerenin Umuduna
Abdullah Öcalan’ın öncülüğünde 1984 yılında başlayan PKK’nin silahlı mücadelesi, Türkiye tarihine kanlı bir iz bıraktı. Binlerce asker, sivil, gerilla hayatını kaybetti. Ancak 1999’da Kenya’da yakalanarak Türkiye’ye getirilen Öcalan’ın söylemlerinde zamanla önemli bir dönüşüm gözlendi. Cezaevinden yaptığı açıklamalarda şiddetin yerini zamanla “barış” ve “çözüm” kavramları aldı.
2013-2015 yılları arasında yürütülen “çözüm süreci”, bu değişimin kamuoyundaki en somut yansımasıydı. Öcalan, “Yeni bir Türkiye mümkündür” diyerek, silahların susması ve siyasetin önünün açılması çağrısında bulunuyordu. Bu süreç, özellikle Kürt halkı içerisinde umutla karşılandı. Ancak süreç, 2015 sonrası bozuldu. Güvensizlik, siyasi manipülasyonlar, dış gelişmeler ve toplumsal kutuplaşma bu kırılmanın zeminini oluşturdu.
Bugün İmralı’dan gelen her mesaj, hâlâ Türkiye’de gündemi etkileyen bir potansiyele sahip. Öcalan’ın varlığı, Kürt meselesinin çözümünde sembolik olduğu kadar gerçek bir aktörlüğü de temsil ediyor.
⸻
Devlet Bahçeli: Devletin Direnişi, Milliyetçiliğin Kalesi
Devlet Bahçeli, Türk milliyetçiliğinin ideolojik omurgasını taşıyan en etkili siyasi figürlerden biri olarak, çözüm sürecine başından itibaren sert bir muhalefet gösterdi. Ona göre Öcalan bir muhatap değil, bir teröristti; barış ise tavizdi. “Ne Öcalan affedilmeli, ne bu devlet bölünmelidir” diyen Bahçeli, “tek vatan, tek millet, tek bayrak” anlayışının sarsılmaz bir savunucusuydu.
Bahçeli’nin bu söylemi, özellikle 15 Temmuz darbe girişiminin ardından devlet aklının güvenlikçi politikalarla daha da iç içe geçmesiyle birlikte iyice güç kazandı. Milliyetçi Hareket Partisi’nin AK Parti ile kurduğu “Cumhur İttifakı”, bu çizginin politikaya daha kurumsal bir şekilde yansımasına yol açtı.
Bahçeli’nin söylemleri, geniş bir milliyetçi-muhafazakâr tabanın duygularını tatmin ederken, aynı zamanda barış arayışlarının önündeki en büyük psikolojik ve siyasi engellerden biri haline geldi.
⸻
İki Uç Arasında Sıkışan Halk: Umut ve Korkunun Kıyısında
Kürt halkı, yıllar boyunca hem devletin sert güvenlik politikalarının hem de PKK’nın silahlı baskısının hedefinde kaldı. Ne dağdan gelen kurşun huzur getirdi, ne devletin demir yumruğu güven verdi. Kimi zaman faili meçhuller, kimi zaman köy boşaltmaları, kimi zaman ise şehir savaşları halkı travmalarla baş başa bıraktı.
Çözüm süreci, bu karanlık tablo içinde ilk kez ciddi bir umut sundu. Diyarbakır’da nevruz alanlarında barış mesajları yankılandı; silahlar değil, fikirler konuşmaya başladı. Ancak bu umutlu dönem kısa sürdü. Sürecin çöküşü, halkı bir kez daha hayal kırıklığına uğrattı. Bugün gelinen noktada, hem Öcalan’ın çağrıları hem Bahçeli’nin tepkileri halk nezdinde kutuplaştırıcı olmaktan öteye geçemiyor.
Asıl kaybeden ise, yıllardır kan ve gözyaşına mahkûm edilen bu coğrafyanın insanları oldu.
⸻
Kürt Gençliği ve Yeni Arayışlar: Sessizliğin Direnişi
Bugünün Kürt gençliği, önceki kuşaklardan farklı düşünüyor. Kimlik mücadelesi onlar için hâlâ önemli; ancak bu mücadele artık sadece silahlı direniş veya etnik temsiliyet üzerinden değil, eşit vatandaşlık, ekonomik özgürlük ve kültürel ifade üzerinden yürütülüyor.
Diyarbakır’da yazılım geliştiren, Mardin’de YouTube kanalı kuran, Van’da resim atölyesi açan gençler, artık dağa değil dünyaya bakıyor. Onlar için özgürlük; internete sansürsüz girmek, üniversitede anadilinde eğitim görmek, fikirlerini açıkça ifade edebilmek ve gelecek korkusu duymadan yaşamak demek.
Bu gençler, ne Öcalan’a mutlak bağlılıkla bakıyor, ne Bahçeli’nin güvenlikçi söylemlerini kabulleniyor. Kendi yollarını çizen, üçüncü bir yolu arayan sessiz bir çoğunluk bu. Bu kuşak, siyasetin dışında tutulan ama aslında siyasetin geleceğini belirleyecek olan potansiyeli taşıyor.
Belki de barış artık sadece İmralı’dan veya Ankara’dan değil, bu gençlerin bilgisayar ekranlarından, sanal toplantılarından, kampuslarından ve sosyal medyadaki çağrılarından yükselecek.
⸻
Geleceği Kim Kuracak?
Kürt meselesi artık yalnızca Öcalan’ın müzakere diliyle ya da Bahçeli’nin milliyetçi söylemleriyle şekillenebilecek bir mesele olmaktan çıkmıştır. Bu sorunun çözümü, ne geçmişte ne de sadece liderlerde; halkın, özellikle de genç kuşakların ortak yaşam vizyonunda gizlidir.
Barış; silahların susması kadar, kalplerin de barışmasıyla mümkündür. Adalet, sadece mahkeme salonlarında değil, sokakta, okulda, evde, dilde, bellekte yaşamalıdır. Türkiye’nin geleceği, geçmişin yaralarıyla yüzleşmeyi göze alabilen ve yeni bir toplumsal sözleşmeyi kuracak cesarete sahip insanlarla inşa edilecektir.
Ve belki de en önemlisi: Bu yeni başlangıç, Kürt gençliğinin sessiz ama derin direnişinden doğacaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.