Aziz ODABAŞI

Aziz ODABAŞI

Türkçe, Kürtçe ve Farsça: Üç Dil, Üç Kimlik, Ortak Tarih

Türkçe, Kürtçe ve Farsça: Üç Dil, Üç Kimlik, Ortak Tarih

Bazı diller yalnızca harflerden ibaret değildir; halkların acılarını, dirençlerini, sevinçlerini ve tarihlerini taşır. Bu toprakların üç büyük dili — Türkçe, Kürtçe ve Farsça — yalnızca birer iletişim aracı değil, üç büyük kimliğin taşıyıcısıdır. Her biri ayrı bir halkın sesi olsa da, kaderleri ve geçmişleri birbiriyle iç içe geçmiştir. Bugün bu üç dili karşılaştırmak, aslında bir tarih sorgusuna dönüşmektedir: Kim yazıldı? Kim anlatıldı? Kim susturuldu?

Farsça: Yazıtların ve İmparatorlukların Dili

Farsça, yazılı tarihte adı en erken duyulan dillerden biridir. M.Ö. 6. yüzyıla ait Behistun Yazıtı, Eski Farsçanın ilk büyük yazılı belgesidir. Ahameniş İmparatorluğu döneminde Farsça, imparatorluk dili olarak sistematik bir biçimde kullanılmış; sonrasında Sasani döneminde Pehlevîce olarak evrilmiş ve Zerdüşt kutsal metinleri (Avesta) bu dille yazılmıştır.

Farsça, tarih boyunca güçlü imparatorlukların desteğiyle gelişmiş, edebiyat ve resmi yazışmalarla kurumsallaşmıştır. Şair Firdevsî’nin Şehnâmesi gibi eserler bu dilin kültürel derinliğini yüzyıllar boyunca yaşatmıştır. Yazının gücüyle, Farsça sadece bir dil değil, bir medeniyet aracı hâline gelmiştir.

Kürtçe: Sessizliğin, Hafızanın ve Direnişin Dili

Kürtçenin tarihsel kökeni çok daha eskilere dayanır. M.Ö. 7. yüzyılda hüküm süren Medler, tarihçilerin çoğuna göre Kürt halkının atalarıdır ve konuşulan Med dili, Kürtçenin temel taşlarından biri sayılır. Ancak Med dili neredeyse tamamen sözlü kalmıştır; yazılı belgeler yok denecek kadar azdır.

Kürtçe, tarih boyunca sözlü anlatım geleneğiyle yaşatılmıştır. Bu, bir eksiklik değil; bir halkın belleğini, acısını ve umudunu kuşaktan kuşağa taşıma biçimidir. İlk büyük edebi eser olan Ehmedê Xanî’nin “Mem û Zîn”i (1694), Kürtçenin ne kadar derin ve felsefi bir dile sahip olduğunu kanıtlamıştır.

Ancak Kürtçenin devlet desteği görmemesi, eğitim dili olarak kabul edilmemesi, onu tarih sahnesinde sessiz bırakmıştır. Sessiz ama kadim.

Türkçe: Göçebe Bellekten Devlet Diline

Türkçe, Orta Asya bozkırlarında doğdu. Orhun Yazıtları (8. yüzyıl), Türkçenin ilk yazılı belgeleridir ve Göktürkler tarafından yazılmıştır. Bu yazıtlar, yalnızca bir dilin değil, bir halkın doğrudan devletiyle ve komutanlarıyla bağını anlatır.

Türkçe, uzun süre göçebe bir kültür içinde sözlü olarak gelişti. Osmanlı İmparatorluğu döneminde Arapça ve Farsçadan büyük oranda etkilendi. Ancak asıl kurumsallaşma, Türkiye Cumhuriyeti ile gerçekleşti. 1928’deki harf devrimiyle Latin alfabesine geçilmesi, Türkçeyi modern bir devlet dili hâline getirdi.

Bugün Türkçe, milyonlarca insanın eğitim, hukuk, siyaset ve edebiyat dili.

Ancak bu hızlı kurumsallaşma süreci, beraberinde Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasında konuşulan diğer dillerin — özellikle de Kürtçenin — kamusal alanda geri plana itilmesine, hatta uzun yıllar boyunca eğitim ve yayın alanlarında kısıtlanmasına neden oldu. Resmî dilin tekleştirilmesi çabası, bazı anadillerin görünmezliğe itilmesine ve kuşaklar arası aktarımda kesintilere yol açtı.

Bu noktada, elbette amaç herhangi bir halkı veya siyasi süreci suçlamak değildir. Amaç, bir gerçeği dile getirmektir: Dil politikaları, sadece dilin değil, kültürel hafızanın ve toplumsal eşitliğin de kaderini belirler.

Karşılaştırmalı Bir Bakış: Yazıya Geçmeyen Dil, Tarihsiz midir?

Kimi zaman dillerin “kadimliği” yalnızca yazılı belgelere bakılarak ölçülür. Ama bu ölçüm, adil değildir. Çünkü her dil yazıya geçmemiş olabilir ama yaşanmıştır. Halkın sesi, ninnisi, ağıtı, destanı vardır.

Farsça, imparatorluklar sayesinde yazıldı.

Türkçe, cumhuriyetle kurumsallaştı.

Kürtçe, halk belleğinde anlatıldı, yasaklara rağmen korundu.

Bu dillerden hiçbiri diğerinden daha değersiz ya da daha az tarihi değildir. Her biri bu coğrafyada bir halkın hafızasıdır.

Ortak Tarih, Ortak Sorumluluk

Farslar, Türkler ve Kürtler yüzyıllardır aynı dağları, nehirleri, şehirleri paylaştılar. Birbirlerinden öğrendiler, savaştılar, barıştılar. Bu üç dil de, aslında birbirinin içine işlemiştir. Kürtçede Farsçadan, Türkçede Kürtçeden, Farsçada Türkçeden kelimeler vardır. Dillerin iç içe geçmişliği, halkların kader ortaklığının da bir göstergesidir.

Son Söz:

“Farsça yazıtlarla kazındı, Türkçe devletle büyüdü, Kürtçe ise anlatılarla direndi. Bu üç dilin her biri bir halkın kalbidir. Onlara kulak vermek, sadece geçmişi anlamak değil; geleceği inşa etmektir. Çünkü bir halk, ancak dili kadar yaşar.”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
Aziz ODABAŞI Arşivi
SON YAZILAR