KÜÇÜK MAFYACIKLAR VE TELEVOLE ŞİDDETİ
Türkiye, artık yalnızca ekonomik darboğazla, siyasi kısır çekişmelerle ya da yargı krizleriyle değil; giderek kanserleşen bir şiddet kültürüyle çürümeye başladı. Bu topraklarda silah sesi artık haber değil, fon müziği. Her tartışmanın sonunda bir tabanca çekiliyor, her haksızlığın karşısında hukuk değil “bağlantı” aranıyor. Ve bu tabloyu sadece sokaktaki magandalar değil, onları meşrulaştıran bir medya düzeni inşa ediyor.
Artık her ekran, her sosyal medya akışı bir mafya sahnesi. Kimse hikâyeyi gizlemiyor. “Deli”, “Reis”, “Abi” lakaplı şiddet yanlıları prime time’da, binlerce takipçili hesaplarda kahraman gibi dolaşıyor. Onların dizileri izlenme rekorları kırıyor, röportajları manşetlere taşınıyor, hayatları parlatılıyor. Suç, bir utanç olmaktan çıkıp bir statüye, hatta bir markaya dönüştü.
Bir zamanlar toplumu bilgilendirmekle övünen medya, bugün şiddeti estetize eden, suçu parlatan, mafyayı pazarlayan bir “televole cehennemine” dönüştü. Şiddet hikâyeleri reyting getirdikçe ekranlar kararmıyor, tam tersine parlıyor. Bir toplum, ekran başında adım adım şiddeti sevdirilerek uyuşturuluyor. Artık kimse “adam vurmayı” korkunç bir suç olarak değil, “delikanlı tepkisi” olarak görüyor.
Sosyal Medya: Yeni Nesil Tetikçi Pazarı
Sosyal medya, bu çürümüş düzenin laboratuvarı haline geldi. Orada “bir telefon uzağındayım”, “hakkını veririm”, “gereğini yaparım” diyen sanal kabadayılar, beğeni ve takipçi topluyor. Bazıları açıkça tetikçilik ilanı veriyor. Platformlar ise sessiz; çünkü bu karanlık içerikler tıklanma getiriyor. Dijital mafyacılık, artık yeni neslin “influencer modeli.”
Bu sözde “delikanlılar”, adaletin değil, şiddetin simgesi oldu. Birini tehdit etmek, vurmak, korkutmak artık “karizma” göstergesi. Genç bir nesil, silahı özgüven sanıyor. Oysa her tetiğin ardında bir hayat sönüyor; bir çocuğun babası, bir annenin evladı toprağa düşüyor. Ama medya o ölümün soğukluğunu değil, tetikçinin gösterişli arabasını, lüks evini ve dizilerdeki karizmasını anlatıyor.
Siyasetin Gölgesinde Mafya Düzeni
Daha tehlikelisi, bu “küçük mafyacıklar” yalnız değil. Onların sırtını sıvazlayan, fotoğraf veren, medyada yer açan siyasi gölgeler var. Ülkeye elini kolunu sallayarak giren uluslararası mafya liderleri, sokak ortasında röportaj veren suç örgütü mensupları, koruma ordusuyla dolaşan kabadayılar… Bunlar tesadüf değil. Bu, hukuk devletinin sessizce çöküşüdür.
Bir ülkede hukuktan önce mafya gelmeye başladıysa, orada devlet otoritesi değil, korku düzeni hüküm sürer. İnsanlar artık adalet aramak yerine “birine ulaşmak” ister. Mahkeme değil, “abi” aranır; yasa değil, tehdit konuşur. Böylece toplumda bir “mafya demokrasisi” doğar: Kim daha çok korku salarsa, o “haklı” olur.
Medya: Suçun Sadece Tanığı Değil, Ortağı
Bugün medya bu suç düzeninin sadece yansıması değil, ortak aktörüdür. Çünkü mafya kültürünü büyüten en büyük güç, onu görünür kılan ışıktır. Her televizyon röportajı, her popüler dizi, her sosyal medya canlı yayını o karanlığı besler. Bir gazeteci, bir suç örgütü liderinin hayatını “renkli” bir hikâye gibi anlatırken, aslında bir ülkenin adalet duygusunu boğar.
Bu sadece etik bir ihlal değildir — bu toplumsal bir sabotajdır. Medya, bu figürleri “karizmatik” göstererek suçu normalleştiriyor; hukukun değil, silahın güçlü olduğuna insanları ikna ediyor. Böylece toplumun en zayıf halkası olan gençler, suçu bir “çıkış yolu”, bir “saygı kapısı” sanıyor.
Çözüm: Mikrofonu Sustur, Hukukun Sesini Aç
Artık açık konuşmanın zamanı geldi. Bu ülke, mafya güzellemelerine, “kabadayı romantizmine” ve “şiddet reytingine” daha fazla tahammül edemez. Medya; kanun kaçaklarına değil, onların mağdurlarına mikrofon uzatmalı. Suçun cazibesini değil, bedelini anlatmalı. Dizilerde, haberlerde, YouTube kanallarında “deli”yi değil, yitip giden hayatları göstermeli.
Bu ülkenin yeniden nefes alabilmesi için şiddetin değil, hukukun sesi yükselmelidir. Silah değil, kalem; korku değil, vicdan konuşmalıdır. Devlet, bireysel silahlanmayı sınırlamakla kalmamalı, bu şiddeti parlatan medya diline de net bir duruş göstermelidir.
Sonuç: Korku Satar Ama Umut Yaşatır
Bugün Türkiye, sessiz kaldığı her an şiddete bir oy daha veriyor. Her prime time’da parlatılan mafya figürü, her dizide kahramanlaştırılan kabadayı, bu ülkenin geleceğinden bir umut parçasını çalıyor. Korku satar, evet. Ama bir ülke korkuyla yaşayamaz.
O yüzden artık sormanın zamanı geldi:
Biz nasıl bir ülke olmak istiyoruz?
Silahını gösterenlerin alkışlandığı mı, yoksa adaletin ayakta alkışlandığı mı?
Cevap belli.
Eğer şimdi susarsak, yarın o “küçük mafyacıklar” sadece sokaklarımızı değil, ruhlarımızı da esir alacak.
Gerçek kurtuluş, mikrofonlar sustuğunda değil; hukukun sesi, en gür çıktığında başlayacak.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.